Kumdan Uygarlık

Bu Yazıların Orijinalleri BT Dünyası e-dergisinde yayınlanmaktadır. www.btdunyasi.net

30.9.05

Ateşten sonraki 10 büyük icat

Merhaba,

Muhakkak başka yerlerde daha aklı başında listeler, “Bu liste eksik arkadaşım. Bana ninjalık yaptırma, hani bu listede DVD, MP3, tablet PC, HD TV, İnternet vb.” diyenler olabilir. Haklıdırlar, ama bu 10 sayısı ile sınırlanmış ve tamamen bencil güdü ve kaygılarla hazırlanmış bir liste, sizin de eklemeleriniz veya “listeden onu çıkart, bunu koy” türü eleştirileriniz varsa gerekçeleri ile birlikte benimle paylaşabilirsiniz.

Adresi biliyorsunuz enustun@btdunyasi.net , ya kapı ya balkondayım...

Şimdi gelelim listeme :

10-Uydu Antenler ve uydu yayıncılık

Televizyon yayınlarının ve iletişimin uydu antenler üzerinden yapılması hem, klasik söylemi ile, dünyayı büyük bir köy haline getirdi, hem de “dünyada neler oluyor yahu?” diye şaşkın şaşkın, kendi kendine söylenen insanlara, “işte bunlar oluyor” deme olanağı verdi.

9-Windows İşletim Sistemi

Yıllarca, müşteri şikayetlerini kendi arkaik versiyonlarında, isteklerini ise Macintosh işletim sistemlerinden toplayan Microsoft, sonlara doğru arzulanan işletim sistemine ulaşma yolunda epeyce yol aldı. “Ama en çok güvenlik açığı da Windows’ta var” diyenler şunu düşünmüyorlar (veya işlerine gelmiyor) en büyük sükse Windows’a yapılan saldırılarla sağlanıyor. Onbinlerce kişi bu sistemi çökertmeye çalışıyor. Diğer sistemlere bu kadar hırsla ve sayıca çok olarak saldıran yok ki...Oralarda da virüs yaratmak prim yapar hale gelsin, oraya da saldıran ve saldırlarında başarılı olan çok olacaktır.

8-Linux İşletim Sistemi

Windows’un hemen arkasından listede Linux’un gelmesi tamamen rastlantı(!). Windows işletim sistemini bu alemde tek başına bırakmamak, rahatsız ederek devamlı diken üzerinde tutmak ve rekabet ortamında sonucun tüketicinin lehine olması dünyanın dört bir köşesine dağılmış Linux yazar/çizerlerine de bir teşekkürü gerektiriyor. Tabi Linux öldü...Yaşasın GNU diyenler de var. Bknz. http://www.fsf.org/ ve (yaşasın bu Türkçe) http://www.gnu.org/home.tr.html

7-PDA Cep telefonu, cep bilgisayarı, kamera, MP3 oynatıcı hepsi bir arada ürünler

İnsan hafızasına sekte vuruyor, ilişkilerin içeriğini ve yoğunluğunu tümden değiştiriyor ama “olmazsa olmaz” sınıfında olmasa da, “olsa daha iyi olur” sınıfına ulaşmayı başardılar. Bu yazı yayına hazırlanırken ilginç bir gelişme oldu. Palm üreticileri Microsoft’a daha fazla direnemeyip Palm’e PalmOS işletim sistemi yerine Windows işletim sistemini yüklemeyi kabul etti. Bu da hem fiyatları hem de özellikleri tüketici lehine artıracak bir gelişme.

6- Dijital Kalem

İnsan hafızasına vurulan en büyük darbe, yazının bulunması ise, el yazısına en büyük darbeyi de artık yazılarımızı kalem yerine klavye ile yazıyor olmamız vurdu. Kalemle yazı yazmayı unutan, yazdıklarını daha sonra okuyamayan arkadaşlarım var. Dijital kalemler el yazısı yazma alışkanlığını, BT dünyasının olanakları ile birleştiriyor. Bu kalemler kağıda yazdığınız metinleri, çizdiğiniz resimleri hafızasında tutuyor, bilgisayara geçebiliyorsunuz.

Daha detaylı bilgi http://www.nokia.com.tr/id5787.html adresinde var. Muhakkak başka modeller de vardır ama ben bunu gördüm, bunu sevdim.

5-Taşınabilir USB Hafıza Çubukları

Bilgisayara sıkışıp kalmış dosyalara 3.5”disket ve CD’lerden çok daha kolay bir serbest dolaşım özgürlüğü veren, miniminnacık hafıza çubukları, diğer çubuklar kadar, örneğin suyun yerini işaret eden çubuklar kadar, yararlı ve vazgeçilmez nesneler haline geldi. Geçenlerde bir arkadaş 40 GB’lik bir USB Hafıza almış, hem de makul bir fiyata, söyleyecek birşey bulamadım.

4-MS Office Ailesi

Microsoft’un “Kim korkar hain bilgisayar’dan” diyenlerden “ben bu donanımla dünyaya değiştiririm yahu” diyenlere kadar aynı aile üyeleri ile cevap vermesi hayranlığımı kazanıyor. Word, Excel, PowerPoint hem kendi başlarına sundukları, hem de kendi aralarında, çoğu ailede göremediğimiz, sağlıklı bir bilgi alışverişi yapıyor ve uyum içinde yaşıyor olmaları çok önemli.

Hele MS Access benim “bu sorunumun muhakkak bir çözümü vardır, sadece ben şimdilik göremiyorum” dediğimde her seferinde haklı çıkmamla benim gözümde rüştünü ispat etmiş durumda

3-Web Log’lar

Geçen yazımda bloglarla ilgili “insanlığın bilgi birikimi ve hafızasını oluşturmaya soyunmuşlar” lafımın arkasındayım. Şu anda tek eksiği güçlü bir arama motoru eksiği – ki Google bunun için de çalışıyor http://blogsearch.google.com/ konu hakkında birşeyler okumak için http://searchenginewatch.com/searchday/article.php/3548411 bu da başarılınca o zaman hiç bir eksiği kalmayacak.

Blog mantığı, felsefesi ve kültürü üzerine başka yerlerde çok daha aklı başında şeyler okuyabilirsiniz. Ben sadece bunu düşünen ve büyüten, gelişmesine yardımcı olan zekaya olan hayranlığımı bir kere daha belirtmek istiyorum.

2-Google arama motoru

Önemli olan bilgiyi bilmek değil, bilgiye nasıl ulaşacağını bilmek” kavramının somuta dönüşmüş hali Google. Yapılan bir araştırmaya göre, bir gazetenin verdiği hafta sonu eklerinde 300 yıl önce bir insanın hayatı boyunca alabileceği bilgiden çok daha fazlası var. İnsan beyni bu kadar kısa zamanda böylesine evrim gösteremediğine göre bilgi bombardımanının çoğu boşa gidiyor. Hepsini aklımızda tutmamıza olanak yok (yoksa bu sadece bana özgün bir sorun mu?) Bu durumda arama motorları devreye giriyor. “Ne aradığını bilmeyen, bulduğunu anlayamaz” düsturu burada da önemli.Google'ın baş mimarlarından Craig Silverstein 'Mükemmel Google için 300 yıl gerekli' demiş...(Google, İnternet’in sadece yüzde birini tarayabiliyor, kendisi 8 milyar sayfayı araştırıyor, tahminlere göre sanal alemde 800 milyar sayfa var) 300 takvim yılının kaç yüzbin bilişim yılına eşit olduğunu o da biliyor.

O zaman şöyle bir soru geliyor insanın aklına “Bu adamların kafalarında ne var ki, bu kadar uzun bir süreye gereksinim duyuyor?”“Google Earth” programı bunun ufak bir girişi olabilir ama kafasında ne olduğunu bilmenin hiç bir olanağı yok. (Belki kendisi de sırf kafaları karıştırmak için böyle demiştir, veya yıllar sonra birşeyler ortaya çıktığında “vay yahu, belki de bu o zaman ima etmeye çalıştıklarından biridir” diyebilelim diye öyle konuşmuştur.).

Gmail posta kutusu mesaj alışverişi için ve Google Talk “anında mesajlaşma ve konuşma” çözümü olarak piyasaya sunuluyor.Kimseye söylememeniz şartı ile bir de sır çıtlatayım: Google, Microsoft’a Linux’tan daha tehlikeli bir rakip olma yolunda, çünkü internet bağlantısı olan bilgisayarlarda “sanal” uygulama ve yazılımları çalıştırmak için “ağ bilgisayar platform”u olmayı planlıyor. Ağ bilgisayarı yeni bir kavram değil, söylenen şu : Bu kavramı Sun tanımladı, Oracle kurmaya çalıştı ama Google sahipleniyor.

Daha detaylı bilgi için – ne yazık ki malesef bu da İngilizce - http://news.zdnet.com/2100-9588_22-5875433.html?tag=nl.e589 raporunu inceleyebilirsiniz. Bir “Top10” liste yazısı için Google’a bu kadar yer ayırmak yeter. Yoksa ayrı bir yazı haline dönüşecek. (Belki ileride bu konuya gene döneriz)

Gerekçesi ne olursa olsun Google insanın eline doğru araçları vermekte, hayatını kolaylaştırmakta, bilgi ulaşma konusunda yaptıkları ile cennete epeyce yaklaşmış olmalılar. Bu kadar iyilik karşılıksız kalmamalı...

1-Ceviz Reçeli

Eğer yaşamınızda “olmaz böyle güzellik...Yok böyle bir böyle tat” gibi bir kavrama yer varsa, bunu ceviz reçeli için gayet rahat kullanabilirsiniz.Bana anlatıldığına göre cevizler yeşilken ve erik büyüklüğündeyken toplanıyor. Acısı ile vedalaşması için suyun içinde bekletiliyor, sonra kirece yatırılıyor. Çok az bulunuyor, bulduğunuz zaman kaçırmayın (Bulursanız bana da haber verin. Veya haberi boşverin, doğrudan ceviz reçelini verin...Tekrar ediyorum: Adresi biliyorsunuz enustun@btdunyasi.net , ya kapı ya balkondayım...)

Bu sayılık da bu kadar olsun...

En güzel günler, en güzel geceler sizlerin olsun

26.9.05

Web Blog, Web Blog dedikleri...Bir kaç mesaj, bir kaç hûri...

Merhaba,

Önce geçen yazıda verdiğim sözü tutmam lazım.

"Otostopçu'nun Galaksi Rehberi" yazarı Douglas Noel Adams (DNA)'ın dünya ile etkileşime geçme konusunda çok çok aptalca öyküsünü anlatayım :

“Carnegie Mellon’da bilgisayar bölümünde araştırma öğrencisi olan ve diyet kola içmeyi seven bir çocuk vardı. Bulunduğu yerden birkaç bölüm ötede, sürekli, gidip diyet kolasını aldığı bir meşrubat makinesi vardı. Ancak makinede çoğu zaman stok kalmamış oluyor ve bu yüzden de bir çok kez boşuna gidip geliyordu. Sonunda şöyle bir çözüm buldu: “O makinede bir çip var ve ben bir bilgisayarda çalışıyorum ve tüm binayı dolaşan bir ağ sistemi var, o halde ben neden meşrubat makinesini bu ağa dahil etmiyorum, böylece kendi bilgisayarımdan istediğim zaman bakar ve boşuna bir yolculuk yapıp yapmayacağımı anlayabilirim?” Böylece makineyi yerel ağa bağladı ama yerel ağ da internete bağlıydı – ve böylece birdenbire bütün dünya bu makinede neler olduğunu bilir olmuştu. Öğrencinin kurduğu sistem gelişmeye başlamıştı, çünkü makinedeki çip sadece “diyet kolanın olduğu bölüm boş” demekle kalmıyor, her türlü bilgiyi de içeriyordu, “yedi kola, üç diyet gazoz var, saklandıkları ısı derecesi şu, son yüklendikleri zaman bu.” Orada birçok bilgi oluyordu ve bu bilgilerden bir tanesi gerçekten muhteşemdi: eğer biri elli senti makineye atıp düğmeye basmamışsa, yani makine hamileyse – dünyanın neresinde olursanız olun – bulunduğunuz bilgisayar terminalinden makineye bağlanabiliyor ve o kolayı düşürtebiliyordunuz! Koridorda biri yürüyorken, birden bam! Bir kutu kola ! Buna ne sebep oldu? Eh, belli ki buradan binlerce kilometre uzakta biri! Şimdi, bu çok çok aptalca, ama büyüleyici bir hikaye ve bana söylediği şey, bunun yeniden dünyaya ulaşabileceğimiz ilk fırsat olduğu.”

Nasıl? Aptalca bir hikaye değil mi? DNA de aynısını düşünüyor zaten.

Peki bu hikayenin başlıktaki web log’larla ne ilgisi var? Hikaye ile olmasa da DNA ile doğrudan bir ilgisi var.

Bence “web log” (veya internet jargonundaki adı ile “blog”) DNA’nın hayalindeki “Otostopçu’nun Galaksi Rehberi”nin ete kemiğe bürünmüş hali (tabi sanal ortamda “ete kemiğe bürünme” fiili saçma duruyor ama siz benzetmeyi anladınız nasıl olsa)

Ana fikir şu: DNA istiyordu ki, kurguluyordu ki, bir elektronik rehber olsun, taşınabilir olsun, bırakın dünyayı, evrende bile seyahat eden birine, tanımadığı, bilmediği bir kişi, gezegen, yıldız, uygarlık veya bir kavram hakkında elde etmek istediği bütün bilgiler konusunda yardımcı olsun.

İşte İnternet ortamında günlük tutma eylemi üzerine kurulu web log’lar böyle bir fikrin yansıması.

Dünyada binlerce, onbinlerce kişinin ayrı ayrı yerlerden dünya ile, arkadaşları ile veya sadece kendi kendine paylaşmak için yazdıkları, inanılmaz bir ölçüde çoğalıyor. Ben bunu, insanlığın ortak mirası, bilgi yığını – birikimi, hafızası olarak adlandırıyorum.Gün gelecek iyi bir filtreleme yöntemi ile insan, dünya, evren, yaşam ve herşey hakkındaki bilgilerini bu bloglardan edinecek, fikirlerini bu blog’lara yazacak. Çünkü bir öneri, eğer öneriyi yapanın bu işten bir çıkarı yoksa, inandırıcı oluyor.

Örneğin Hollanda’nın Delft şehrinin gidip görülmeye değer biryer olup olmadığını, Delft şehri resmi web sitesi yerine orayı gidip görmüş, benim gitmemle veya gitmememle birşey kazanıp/kaybetmeyecek birinin anılarını ve tavsiyelerini dinlemek/okumak daha inandırıcı olacaktır.

“Otostopçunun Galaksi Rehberi” de tam bu fikir üzerine kurulmuş, yazarları evrenin her tarafına yayılmış ve gidip gördükleri yerler hakkında yazılar yazıyor.İşin daha da güzeli DNA, www.h2g2.com sitesinde bu düşüncesini hayata geçiriyor.

Bir ziyaret etmenizi, üye olmanızı, hatta katkıda bulunmanızı öneririm. Bilgi birikiminde sizin de katkılarınız bulunsun. Hani denir ya, “Türkiye cennet gibi ülke, şu konuda sonuna kadar haklıyız ama kendimizi tanıtamıyoruz işte”. Bu söylem internet ortamında artık “kendimizi tanıtamıyoruz” değil, “tanıtmak için çok tembeliz” şeklinde değiştiriyor.

“Böyle bir misyon üstlenmek istemiyorum, kendim çalıp kendim oynamak istiyorum” diyorsanız, o da olur...

İncelediğim siteler arasında en eli yüzü düzgün olan www.blogspot.com ‘u gördüm. Yeni blog yaratma ve düzenleme konusunda çok basit ve güzel arayüzler kullanıyor. Tabi Microsoft da boş durmamış “spaces” adını verdiği blog yaratma olanağı sağlıyor. http://spaces.msn.com Microsoft bir konuyu üstlendiği zaman diğer rakiplerini bıktırana, pes etmeye, yarıştan çekilmeye zorlayana kadar bırakmıyor. Onun için MSN bu konuya geç girmesine rağmen epeyce gelişecek inancındayım.

Web log felsefesi ve “yap/yapma”ları konusunda en iyi yazı Michael Duff’ın http://www.michaelduff.net/weblogphil.html (Bu kadar güzelini Türkçe bulsaydım, onu da koyardım ama yok)Bu sayılık da bu kadar olsun...En güzel günler, en güzel geceler sizlerin olsun(Bu da alameti farika olarak yapışacak mı, nedir?)

15.9.05

Kumdan Uygarlık - Hoşbuldum Yazısı

Adettendir, yeni bir gazete, dergi, televizyon kanalı ortaya çıktığında veya yeni bir yazar yazmaya başladığında, ‘Niye çıkıyorsunuz, ne yapacaksınız, neyi eksik gördünüz de kapatmaya çalışıyorsunuz, yapmasanız olmaz mıydı?’ gibi sorulara yanıt vermek için kan ter döker. Benim ise bu konuda soruya soruyla karşılık vermekten başka bir seçeneğim yok: Niye yazmayayım ki?

Tabi böyle kaçamak ve huysuzlanır tarzda yanıt vermek “en azından köşenin adının anlamını bir açıklasaydın” talebini de reddetmek hakkını doğurmaz.

Bütün uygarlığın ve gelişmelerin temelinde çağlar boyunca “kum” olduğunu düşünmüş müydünüz? Ben düşünmemiştim. Sorsalar, “Ateş” diyebilirdim, “tekerlek” diye yanıt verebilirdim, “insan zekası” çok sahtekâr bir yanıt olurdu ama “kum” hiç aklıma gelmezdi.

Zekasına ve eserlerine hayran olduğum Douglas Noel Adams (DNA) nın aklına gelmiş. (Kendisi, onunla anılmak istemese de, “Otostopçu’nun Galaksi Rehberi”nin yazarı. Kitabın sinemaya uyarlanması aşamasında bulundu ancak 2001 yılında ani ve zamansız ölümü yüzünden geride kalanlar onun notlarından yararlanarak filmi tamamladı. Bizim sinemalarımızda da 3 haftadır oynuyor. Kitabı okumuş olan için o kadar keyifli değil ama güzel. Kitabı okumamış olan da filmden nasıl ve ne kadar keyif alır, bilemem)

Uzun bir parantez içi oldu. Tekrarlamamaya çalışacağıma güvenin.

DNA, Kum’un kullanımını insanlığın gelişiminde 4 çağa ayırmış

1. Kum Çağı: Makroskobik Evren Görüşü : Bu dönemde nereye bakarsanız bakın, ara sıra görünen küçücük kaya parçaçıkları veya ışıklar dışında hiç bir şey yok.

İnsan bu çağda kumu evini yapmak, taşların arasını harç koyarak sağlamlaştırmak amacı ile kullandı. Bu sayede artık sınırlı sayıda olan mağara kavgalarına gerek kalmadı. Akıllı insanlar, kaba güçle mağaralarına el koymuş insanlara muhtaç olmadan gidip istedikleri yerde kendi korunma gereksinimlerini karşılayabildiler. O kumdan cam yapmayı akıl edenler ise artık 4 duvar içinde karanlıkta kalmıyor, güneş ışığını içeri alabilecek ama soğuğu geçirmeyecek pencereler yapabiliyorlardı.

2. Kum Çağı:Mikroskobik Evren Görüşü : Mikroskoplara cam mercekler takıp evrenin mikroskobik görüşünü incelemeye başladık

Bu sayede artık gözümüzün önünde olan şeyleri de görmeye başlıyorduk. Bu sayede mikroplar tanımlandı, üretim için yararlı bakteriler yararsızlardan ayrıştırıldı. En önemlisi aslında herşeyin benzer atomlardan oluştuğu ancak lego parçaları gibi değişik dizilimlerin masa tenisi topu ile lahana dolması arasındaki farkı yarattığını öğreniyorduk.

3. Kum Çağı: Silikonlardan Yongaları Keşfediyoruz ve önümüze BT Dünyası açılıyor
Bu çağı ve gelişime getirdiklerini özetlemeyi siz BT Dünyası okuyucuları için yapmayı reddediyorum, zaten bundan sonraki yazılarımız hep bu sularda olacak

4. Kum Çağı : Fiber Optik İletişim

Çok kişinin çok kişi ile iletişimini sağlayan fiber optik kablolar kum kullanımının geldiği en son evre.

DNA’nın fiber optik iletişim ve “biz dünyaya tepki veriyoruz ama dünya bize tepki vermiyor” düşüncesinden yola çıkıp anlattığı “çok çok aptalca ama büyüleyici hikaye”yi öğrenmek için ya bir sonraki yazıyı bekleyin, ya da DNA’nın “Galakside Son Bir Kez Otostop Çekmek – Kuşkucu Somon” kitabını alıp okuyun. Hangi bölümde olduğunu söylemeyeceğim ki bütün kitaba göz atmak zorunda kalın.

Normalde bu kadar işkenceci biri değilimdir ama söz konusu DNA olunca akan sular durur.

En güzel günler, en güzel geceler sizlerin olsun.

(Diğer yazarlar gibi süslü bir cümle ile bitirmek isterdim ama olmuyor işte. Kısmet bir dahaki sefere)