Kumdan Uygarlık - Hoşbuldum Yazısı
Adettendir, yeni bir gazete, dergi, televizyon kanalı ortaya çıktığında veya yeni bir yazar yazmaya başladığında, ‘Niye çıkıyorsunuz, ne yapacaksınız, neyi eksik gördünüz de kapatmaya çalışıyorsunuz, yapmasanız olmaz mıydı?’ gibi sorulara yanıt vermek için kan ter döker. Benim ise bu konuda soruya soruyla karşılık vermekten başka bir seçeneğim yok: Niye yazmayayım ki?
Tabi böyle kaçamak ve huysuzlanır tarzda yanıt vermek “en azından köşenin adının anlamını bir açıklasaydın” talebini de reddetmek hakkını doğurmaz.
Bütün uygarlığın ve gelişmelerin temelinde çağlar boyunca “kum” olduğunu düşünmüş müydünüz? Ben düşünmemiştim. Sorsalar, “Ateş” diyebilirdim, “tekerlek” diye yanıt verebilirdim, “insan zekası” çok sahtekâr bir yanıt olurdu ama “kum” hiç aklıma gelmezdi.
Zekasına ve eserlerine hayran olduğum Douglas Noel Adams (DNA) nın aklına gelmiş. (Kendisi, onunla anılmak istemese de, “Otostopçu’nun Galaksi Rehberi”nin yazarı. Kitabın sinemaya uyarlanması aşamasında bulundu ancak 2001 yılında ani ve zamansız ölümü yüzünden geride kalanlar onun notlarından yararlanarak filmi tamamladı. Bizim sinemalarımızda da 3 haftadır oynuyor. Kitabı okumuş olan için o kadar keyifli değil ama güzel. Kitabı okumamış olan da filmden nasıl ve ne kadar keyif alır, bilemem)
Uzun bir parantez içi oldu. Tekrarlamamaya çalışacağıma güvenin.
DNA, Kum’un kullanımını insanlığın gelişiminde 4 çağa ayırmış
1. Kum Çağı: Makroskobik Evren Görüşü : Bu dönemde nereye bakarsanız bakın, ara sıra görünen küçücük kaya parçaçıkları veya ışıklar dışında hiç bir şey yok.
İnsan bu çağda kumu evini yapmak, taşların arasını harç koyarak sağlamlaştırmak amacı ile kullandı. Bu sayede artık sınırlı sayıda olan mağara kavgalarına gerek kalmadı. Akıllı insanlar, kaba güçle mağaralarına el koymuş insanlara muhtaç olmadan gidip istedikleri yerde kendi korunma gereksinimlerini karşılayabildiler. O kumdan cam yapmayı akıl edenler ise artık 4 duvar içinde karanlıkta kalmıyor, güneş ışığını içeri alabilecek ama soğuğu geçirmeyecek pencereler yapabiliyorlardı.
2. Kum Çağı:Mikroskobik Evren Görüşü : Mikroskoplara cam mercekler takıp evrenin mikroskobik görüşünü incelemeye başladık
Bu sayede artık gözümüzün önünde olan şeyleri de görmeye başlıyorduk. Bu sayede mikroplar tanımlandı, üretim için yararlı bakteriler yararsızlardan ayrıştırıldı. En önemlisi aslında herşeyin benzer atomlardan oluştuğu ancak lego parçaları gibi değişik dizilimlerin masa tenisi topu ile lahana dolması arasındaki farkı yarattığını öğreniyorduk.
3. Kum Çağı: Silikonlardan Yongaları Keşfediyoruz ve önümüze BT Dünyası açılıyor
Bu çağı ve gelişime getirdiklerini özetlemeyi siz BT Dünyası okuyucuları için yapmayı reddediyorum, zaten bundan sonraki yazılarımız hep bu sularda olacak
4. Kum Çağı : Fiber Optik İletişim
Çok kişinin çok kişi ile iletişimini sağlayan fiber optik kablolar kum kullanımının geldiği en son evre.
DNA’nın fiber optik iletişim ve “biz dünyaya tepki veriyoruz ama dünya bize tepki vermiyor” düşüncesinden yola çıkıp anlattığı “çok çok aptalca ama büyüleyici hikaye”yi öğrenmek için ya bir sonraki yazıyı bekleyin, ya da DNA’nın “Galakside Son Bir Kez Otostop Çekmek – Kuşkucu Somon” kitabını alıp okuyun. Hangi bölümde olduğunu söylemeyeceğim ki bütün kitaba göz atmak zorunda kalın.
Normalde bu kadar işkenceci biri değilimdir ama söz konusu DNA olunca akan sular durur.
En güzel günler, en güzel geceler sizlerin olsun.
(Diğer yazarlar gibi süslü bir cümle ile bitirmek isterdim ama olmuyor işte. Kısmet bir dahaki sefere)
Tabi böyle kaçamak ve huysuzlanır tarzda yanıt vermek “en azından köşenin adının anlamını bir açıklasaydın” talebini de reddetmek hakkını doğurmaz.
Bütün uygarlığın ve gelişmelerin temelinde çağlar boyunca “kum” olduğunu düşünmüş müydünüz? Ben düşünmemiştim. Sorsalar, “Ateş” diyebilirdim, “tekerlek” diye yanıt verebilirdim, “insan zekası” çok sahtekâr bir yanıt olurdu ama “kum” hiç aklıma gelmezdi.

Zekasına ve eserlerine hayran olduğum Douglas Noel Adams (DNA) nın aklına gelmiş. (Kendisi, onunla anılmak istemese de, “Otostopçu’nun Galaksi Rehberi”nin yazarı. Kitabın sinemaya uyarlanması aşamasında bulundu ancak 2001 yılında ani ve zamansız ölümü yüzünden geride kalanlar onun notlarından yararlanarak filmi tamamladı. Bizim sinemalarımızda da 3 haftadır oynuyor. Kitabı okumuş olan için o kadar keyifli değil ama güzel. Kitabı okumamış olan da filmden nasıl ve ne kadar keyif alır, bilemem)
Uzun bir parantez içi oldu. Tekrarlamamaya çalışacağıma güvenin.
DNA, Kum’un kullanımını insanlığın gelişiminde 4 çağa ayırmış
1. Kum Çağı: Makroskobik Evren Görüşü : Bu dönemde nereye bakarsanız bakın, ara sıra görünen küçücük kaya parçaçıkları veya ışıklar dışında hiç bir şey yok.
İnsan bu çağda kumu evini yapmak, taşların arasını harç koyarak sağlamlaştırmak amacı ile kullandı. Bu sayede artık sınırlı sayıda olan mağara kavgalarına gerek kalmadı. Akıllı insanlar, kaba güçle mağaralarına el koymuş insanlara muhtaç olmadan gidip istedikleri yerde kendi korunma gereksinimlerini karşılayabildiler. O kumdan cam yapmayı akıl edenler ise artık 4 duvar içinde karanlıkta kalmıyor, güneş ışığını içeri alabilecek ama soğuğu geçirmeyecek pencereler yapabiliyorlardı.
2. Kum Çağı:Mikroskobik Evren Görüşü : Mikroskoplara cam mercekler takıp evrenin mikroskobik görüşünü incelemeye başladık
Bu sayede artık gözümüzün önünde olan şeyleri de görmeye başlıyorduk. Bu sayede mikroplar tanımlandı, üretim için yararlı bakteriler yararsızlardan ayrıştırıldı. En önemlisi aslında herşeyin benzer atomlardan oluştuğu ancak lego parçaları gibi değişik dizilimlerin masa tenisi topu ile lahana dolması arasındaki farkı yarattığını öğreniyorduk.
3. Kum Çağı: Silikonlardan Yongaları Keşfediyoruz ve önümüze BT Dünyası açılıyor
Bu çağı ve gelişime getirdiklerini özetlemeyi siz BT Dünyası okuyucuları için yapmayı reddediyorum, zaten bundan sonraki yazılarımız hep bu sularda olacak
4. Kum Çağı : Fiber Optik İletişim
Çok kişinin çok kişi ile iletişimini sağlayan fiber optik kablolar kum kullanımının geldiği en son evre.
DNA’nın fiber optik iletişim ve “biz dünyaya tepki veriyoruz ama dünya bize tepki vermiyor” düşüncesinden yola çıkıp anlattığı “çok çok aptalca ama büyüleyici hikaye”yi öğrenmek için ya bir sonraki yazıyı bekleyin, ya da DNA’nın “Galakside Son Bir Kez Otostop Çekmek – Kuşkucu Somon” kitabını alıp okuyun. Hangi bölümde olduğunu söylemeyeceğim ki bütün kitaba göz atmak zorunda kalın.
Normalde bu kadar işkenceci biri değilimdir ama söz konusu DNA olunca akan sular durur.
En güzel günler, en güzel geceler sizlerin olsun.
(Diğer yazarlar gibi süslü bir cümle ile bitirmek isterdim ama olmuyor işte. Kısmet bir dahaki sefere)
0 Comments:
Post a Comment
<< Home