Kumdan Uygarlık

Bu Yazıların Orijinalleri BT Dünyası e-dergisinde yayınlanmaktadır. www.btdunyasi.net

25.3.06

Akbil’le Hayat…Oh ne rahat…

Herşey Japonya’nın İstanbul konsolosu yüzünden oldu…

Gazetede Sn. Akio Wada’nın İstanbul’u halktan biri gibi Akbil (İstanbul toplu taşımacılığında kullanılan elektronik bilet) kullanarak gezmekten büyük zevk aldığını okuyunca ben de sevgili karıma benim için bir Akbil almasını rica ettim.

Ne kadar kullanışlı, ne güzel, ne rahat, ne akıllı birşeymiş. (Ne yazık ki Akbilin depozito ve dolum ücretinin parası bir sponsor tarafından ödenmedi. Umarım bundan sonraki dolumlar için birşeyler yaparlar .Ama ne var, ben ödemedim sevgili eşim ödedi bu sebeple de ben her tarafı bedava dolaşıyorum gibi bir duygu içindeyim)

Otobüste, vapurda, metroda, tramvayda deliler gibi, daha doğrusu dağlarda hoplaya zıplaya dolaşan Heidi gibi oradan oraya atlayıp duruyorum…İki tane bibip sesi bana İstanbul’un bütün kapılarını açıyor. (hele bir de ücretsiz aktarmalarda didoo sesi gelmiyor mu? Bayılıyorum)

Geçenlerde işim gereği Fındıkzadeye gitmem gerekti. Utanç verici ama nerede olduğunu unutmuşum. Sordum… “Aksaray’dan ileride” dediler… “Nasıl giderim?”,Tramvayla”, “Hangisi ile?” , “Şu istikamette gidenle”, “Yanlış tramvaya binme ihtimalim?”, “Yok”…

Hiç ayıplamayın…Utanç verici olduğunu daha önce itiraf etmiştim.

Yurtdışında mümkün olduğunca kendimi teslim ettiğim toplu taşımacılığa İstanbul’da yeni ısınıyorum. Demek ki toplu taşımacılığın gelişmesi için trafiğin içinden çıkılmaz, insanı bezdiren bir kördüğüm haline gelmesi, olmazsa olmaz şartlardan biri.

Kazılan yollar, değişen güzergahlar, durup dururken tek yön gelişe çevrilen yollar, değnekçilere bırakılmış otoparkçılık, gelişi güzel araba bırakmaya ses çıkartmayan görevliler..Hepsi Kadir Topbaş’ın “Toplu Taşımacılığı Yaygınlaştırma” planının parçaları..

Ama hakkını vermek gerekir. Tıkır tıkır işlemeyen bir toplu taşımacılık örneğine rastlamadım.

Yaaa, bütün bunlar iyi hoş da www.iett.gov.tr adresinde bulabileceğimiz bilgileri, BT Dünyasında niye okuyoruz ki?” diyen huysuzlara geldi sıra :

Bu Akbil uygulaması var ya..Rahatlığı yanında gerçek bir ödeme altyapısı…Acaba biraz daha geliştirip bütün ufak ödemelerde kullanılması düşünülemez mi? Acaba IETT, isteyen diğer esnafa da birer Akbil okuyucu makine koyamaz mı?

Otobüs bilet paralarını öder gibi büfelerde sigara (almayın-kullanmayın), gazete (alın-okuyun) ve benzerlerinin bedelleri için de kullanılamaz mı? Böylece nakit para taşıma, para-üstü bulma, cepte şıngırdayan metaller gibi rahatsızlık verici gerçekler tarihe karışamaz mı?

Ödemelerde banka kartları, kredi kartları kadar yaygınlaşmadı, üstelik çok ufak ödemeler (2-3 YTL ve altı) için kullanılması henüz kabul görmüş bir ödeme şekli değil. Ama otobüs, vapur gibi dolmuş, minibüs, fırın, lostra salonu, simitçi, kahveci, gazozcu, otopark, semt pazarları gibi yerlerde bu Akbil’lerle ödeme yapılsa, dönem sonlarında da (günlük mü olur, haftalık mı aylık mı bilemem) İETT şu anda halk otobüslerinin sahipleri ile nasıl hesaplaşıyorsa o esnafla da hesaplaşsa olmaz mı?

Hem İETT kazanır hem de vatandaş rahat eder. (Hatta “60 YTL yükle 65 YTL harca” gibi kampanyalar bile yapılabilir. Hem vatandaş kuruşunun değerini bilir hem de paralarımız o kadar çabuk eskimez)

İyi de ya Akbil kaybolursa?” diye huysuzlananlara (bu yazıya da amma huysuzlanan çıktı) elektronik güvenlik önlemlerinden bahsetmek mümkün ama onun yerine “en fazla cüzdandan para kaybolursa ne olursa o olur” demek daha hoşuma gider.

Çok mu uçuk bir düşünce?Bu düşünceye “uçuk” diyorsanız, diğer fikirlerimi duymanız lazım.Yıllar önce zihnimde kurduğum Parlak Fikir Üretim Merkezi (ParFÜM) şirketine misafir olmanız gerekir.

Böyle “niye gerçek hayatta karşılaşamıyorum ki, halbuki gerçekleştirmesi gayet de basit? Bak mesela bir de şunu yapan deli para kazanır” dediğiniz fikirleri enustun@btdunyasi.net adresinden paylaşın…Benim fikirlerim sizinkilerle yarışsın, iyi olan kazansın sonra kendimize parababaları (yabancılar “White Angel” diyor daha hoş duruyor) bulalım hem biz yararlanalım hem de vatandaş.

İşte bir Akbil’den, dörtbaşı olmasa da en az 2 tarafı mamur bir “business case” çıkartma ve para kazanılacak hale getirme sanatı. (Artık gerisi özel yazışmalarda)

Bu sayılık da bu kadar olsun.

En güzel günler, en güzel geceler sizlerin olsun.

12.3.06

Çocuğumuza bilgisayarı yasaklayalım mı? Ya da ben sorumsuz bir baba mıyım?

Klasik hikayedir (ilk Can Dündar yazmıştı yanılmıyorsam).

Baba, bilgisayar mağazasına gitmiş, tezgahtara :

-Çocuğuma bilgisayar istiyorum ama RAM’i ne kadar olsun, 120 GB hafıza yeter mi, ekran kartının nasıl olması gerektiğine karar veremedim. LCD ekran olmasının faydası var mı? CD Writer mı taktırsam, yoksa combo mu olsa? Yardımcı olur musunuz, hangisi olması gerektiğine karar veremedim. Sizce ne yapmalıyım?

demiş.

Tezgahtar : Çocuğunuz kaç yaşında beyefendi?

Baba:10 yaşında

Tezgahtar: O zaman boşverin bilgisayarı, çocuğunuza bisiklet alın, bisiklet.

Tabi çocuğunuzu Lance Armstrong gibi bir bisikletçi olarak yetiştirecek, bisiklete binmesini
profesyonel seviyelere taşıyacak ve bundan hayatını kazanacak bir kariyer çiziyorsanız mükemmel bir öneri.

Tamam hikayedeki baba ilgi olayını biraz aşmış, büyük bir ihtimalle bilgisayarı da kendisi için
istiyor ve çocuğu bahane ediyor ancak teknolojiye karşı bu korku, bu soğukluk, bu kötüleme çabaları niye?

“İnsan, teknoloji karşısında insanlık sınavı veriyor…”, “teknoloji insanlığı yoketmeye geliyor….”, “Nerede o bir fincan kahvenin tadı…”, “Gönül sohbet ister, capuccino bahane…”
gibi yaklaşımlarla teknolojiyi öcüymüş, çocuklardan kaçırılması, “ne kadar geç tanışsa o kadar iyi” türü bir umacıymış gibi gösterme çabaları niye?

Şunu kabul ediyorum : Teknoloji özellikle 70’li 80’li yılları çocuk ve genç olarak geçiren bizler için inanılmaz bir hızla gelişiyor. Gündelik hayata o kadar müdahaleci bir hızla girmiş, gelişme hızı o kadar başdöndürücü durumdaki, çocuklarımızın doğal kabul ettikleri bizi şaşırtıyor.

Sevgili oğluma aldığımız hazır kartın aktif olması olması için 20 dakika bekleyememesi ve her dakika başında “off yaa, hala açılmamış baba yaaa” diye başımın eti yemesi önce şaşırttı, sonra sinirlendirdi.

Şaşırmam çok doğal çünkü ben annemin eve bir telefon bağlanması için 20 yıl beklediğini biliyorum (son 10 senesine bizzat şahit oldum).

Biz anne-babalar olarak hazmetmekte zorlanıyoruz diye hıncını çocuklarımızı bilgisayar başından kaldırarak mı çıkartmalıyız? Eve bilgisayar sokmayarak, klavyeye uzanan ellerine iğne batırarak mı daha sağlıklı, bilgili, mutlu bir gençlik yetiştireceğiz?

Bizim çocukluğumuzda lak-lak'lar (hatırlayan kaldı mı?) ve hulahuplar anne-babalarımızı ne kadar sinirlendiriyorsa, aynısını çocuklarımız ve bilgisayarları arasındaki ilişkide mi yaşayacağız?

Şunu unutmamak lazım: bundan 5 sene, 10 sene sonra teknoloji ve bilgisayarlar gündelik hayatımıza daha çok girecek ve hayatta kalma, arkadaşlık, dostluk, iş bulma, çalışma, iş yerinde yükselme çabalarının ayrılmaz parçası olacak.

Bugün cep telefonlarının karmaşıklığı karşısında şaşıran, bilgisayardan hiç bir şey anlamamakla övünen bir nesil, 5 sene sonra gerekli kombinasyonları bilemediği için sinemanın tuvaletinde mahsur kaldığında daha komik bir duruma düşmeyecek mi?

Teknolojiden anlamamakla, iki-üç tuşa sırası ile basmayı bir türlü kafasına sokamamakla övünmek, bunu kendisi ile dalga geçme malzemesi olarak kullanmak nasıl bir olgudur?

Bu durum bana yemek pişirmeyi bilmemekle övünen ev erkeğini çağıştırıyor. Bu övünülecek bir şey değil ki. Başkasına muhtaç olmanın nesi gurur duyulacak, takdir toplanılacak bir şey ki? “Biri önüme bir kap yemek koymasa açlıktan ölür giderim” demek bir meziyet mi yoksa eksiklik mi?

Acaba teknolojiye soğuk bakan kişi, çocuğu ile arasındaki uçurum daha fazla açılmasın diye çocuğunu teknolojiden uzak tutmaya çalışıyor olabilir mi?

Bilgisayar başındaki çocuğunuza sarılmayı engelleyen bir yasa yok. Aynı şekilde çocuğunuzu bilgisayar başından kaldıracak daha çekimli, albenili bir alternatif program sunamıyorsanız, “bilgisayarını benden daha çok seviyor, bir yere gittiğimizde sürekli arkadaşları ile KMS’leşip duruyor, iki kelime konuşamaz hale geldik” diyorsanız, bu bilgisayarın veya çocuğun değil, sizin suçunuzdur.

Şikayetçi olduğunuz ilişki eksikliğini ortadan kaldırmak bilgisayarın değil sizin göreviniz.
19 Şubat 2006 tarihli Hürriyet’in Pazar ekinde bilgisayar ve internet oyunlarının bağımlılık yüzünden sosyal yaşama zarar verdiği, hatta yuva yıkmaya kadar giden bir tehlikeye gebe olduğuna yönelik bir haber vardı.

Ben de oğlumla birlikte internet üzerinden Ogame oynuyorum ( o başka bir evrende, ben başka, baba-oğul yardımlaşması yok yani)

Tamamen stratejiye dayalı bir oyun, vurdu-kırdı, el-göz refleksine dayalı puan almaca yok, belli kurallar dahilinde üretim kararları verip, gezegeniniz için en iyisini düşünmek zorunda kaldığınız, dahil olacağınız ittifaklarla arkadaşlık-dost ilişkilerini geliştirebilecek bir oyun. (DiziMax’te Babylon5’i izleyenler daha çok sevecek)

“Böyle diyorsun ama internette ne sapıklar olduğunu bilmiyor musun?” dediğinizi duyar gibiyim.

Bizi de annelerimiz sokağa salarken, eve geç döndüğümüzde, geceyi dışarıda geçirdiğimizde aynı endişeleri duymuyor muydu sanıyorsunuz? Biz o zaman onların o endişelerini paylaşıyor muyduk? Onlara hak veriyor muyduk? O endişeler bize gereksiz gelmiyor muydu?

Şimdi burada herşeyin fazlasının zararlı olduğunu belirtmekten farklı olarak ne var?

Örneğin, insan vücudunun dörtte üçü su, ve su hayatın vazgeçilmezlerinden ama arka arkaya 18 bardak su içerseniz ölümcül derecede zararı var.

Bu durumda su satışları mı yasaklanmalı, evlere günde kişi başına 3 litreden fazla su verilmeyecek düzenek mi getirilmeli?

Yapmayalım böyle şeyler. Bilinçlendirmeye, eğitmeye evet ama korkutmaya, yasaklamaya hayır diyelim.

Bizim çocukluğumuzda “bahçeye dalmak” eylemindeki “yasak olanı yapma, her an bahçe sahibi tarafından yakalanma endişesi ile adrenalin salgılama” bizim çocuklarımız için fiziksel dünyada yaşayamayacakları bir macera, bırakın bilgisayar ve internet başında yaşasınlar hiç olmazsa.

Çocuklarımızı, eğitelim, bilinçlendirelim, uyaralım, bilgisayar başında geçirdikleri saatlerin uzunluğundan şikayet ediyorsak daha eğlenceli, bilgilendirici alternatif programlar bulalım ama ne olur korkmayalım, yasaklamayalım, kötülemeyelim.

Çünkü gelecek teknolojide. Ne kadar erken hazır olurlarsa o kadar iyi.

Biz anne-babaları korkutan, bilinmeyene duyulan endişe ise biz de öğrenmek için çaba gösterelim.

Bu sayılık da bu kadar olsun.

En güzel günler, en güzel geceler sizlerin olsun.