Kumdan Uygarlık

Bu Yazıların Orijinalleri BT Dünyası e-dergisinde yayınlanmaktadır. www.btdunyasi.net

28.12.06

Time Yılın İnsanını seçti: Web 2.0 ile donatılmış olarak Siz

Tebrik ederiz. Amerikan Time dergisi "Siz"i yılın insanı olarak seçti.

Dergi, 2006 için yılın insanı olarak, internet kullanan ve internete katkıda bulunan "yeni dijital demokrasinin yurttaşları"nı onurlandırdı.

Siz de bu yazıyı internet ortamında okuduğunuza göre bu “siz” kapsamına siz de dahilsiniz.

Artık kartvizitlerimize ve özgeçmişlerimize “2006 yılında Time dergisi tarafından yılın insanı seçilmiştir” yazdırabiliriz.

Kimine göre Time işin kolayına kaçtı. Bir kişiyi seçse ötekiler alınacak bir de sayfalarca “niye o değil de bu” savunmasına geçmek zorunda kalacaktı.

Yılın insanı olarak Aziz Yıldırım’ı seçse Özhan Canaydın alınacak, Mehmet Ali Erbil’i seçse Cüneyt Arkın “ama dünyayı esas kurtaran bendim” diye bozulacak, beni seçse siz itiraz edecektiniz. Böylece kimseyi üzmeden herkesi memnun etti...diyenler var.

Ama Time dergisi yetkilileri bu seçimlerinin ne kadar bilincinde veya farkındalar da dergilerinde niye benim vurgulanmasını istediğim kadar vurgulamamışlar onu da ben anlayamadım ama olsun.

Hem Time’ı tebrik etmek hem de birinci geleneksel yılbaşı yazımı kotarmak için iyi bir fırsat oldu.

İnsanlık, bilgi birikimi ve paylaşımı konusunda tarihinin hiçbir döneminde olmadığı kadar büyük bir devrim yaşıyor.

2-3 gazetenin haftasonu ilavelerinin toplamındaki bilgi, miktar olarak, diyelim 1500'lü yıllarda ortalama bir insanın hayatı boyunca aldığı bilginin toplamına eşit hale geldi.

İnsan beyninin bu kadar bilgiyi almak/hazmetmek/yeniden kullanılır hale getirebilmek üzere gerekli evrimi gerçekleştirip gerçekleştirmediği bir yana, “Atlantis ve Mu uygarlıkları şu andakinden de ileri idi” türü Martin Mystere türü efsaneler de öteki yana, dünyanın her yerinde, her an bilgi üretiliyor ve daha da önemlisi paylaşılıyor.

Yazının başlığında “Web 2.0 ile donatılmış olarak Siz” dedim.

Web 2.0 olarak isimlendirilen bir kavram, bir yandan gündelik hayatımızı bir yandan da geleceğimizi şekillendiriyor.

Peki, nedir bu Web 2.0?

Çocuğuna bilgisayar alırken “aman tezgahtar abisi, çocuğumun bilgisiyarındaki Internet, Web 2.0 uyumlu değil mi?” diyerek gündemi takip ettiğini belirtmek isteyen babanın sorduğu gibi donanım/yazılım konusu mu?

Eğer öyle ise, bilgisayarlar üzerinde “Web 2.0 uyumludur” etiketi mi aramalı yoksa en iyisi Web 3.0’ı mı beklemeli?

Bana göre, Web 2.0, bireyin gerçek gücünü ortaya çıkartması için bilinen ve belgelendirilebilen tarihin en önemli kavramlarından biri. Yazının icadından sonra bilgi saklama ve paylaşma için kullanılan en yararlı kavram.

Geçenlerde bir arkadaşım www.howstuffworks.com un kuruluş öyküsünü anlattı.

Belki hatırlayanlar vardır, çocukluğumda birinci cildini tamamlayıp sonrasını bıraktığım, bu yüzden de Akü’nün nasıl çalıştığını okuduğum ama Civatanın nasıl sıkıldığını öğrenemediğim, “Nasıl Çalışır?” ansiklopedisi tarzında çok yararlı bir site. Neyin, nasıl çalıştığını merak ediyorsanız mükemmel bir başvuru kaynağı.

Sitenin kuruluş öyküsü şöyle : Bir zamanlar, bir şirkette aklı herşeye eren bir çalışan varmış. Diğer şirket çalışanları kullandıkları veya merak ettikleri, satın almayı düşündükleri aletlerle ilgili sorularını bu arkadaşa sorarlarmış. Arkadaş, gel zaman git zaman, herkese tek tek “o şöyle çalışır, bu böyle çalışır” diye anlatmak yerine, oturmuş bilgilerini yazıya dökmüş. Doküman, şirket içinde o kadar faydalanılır hale gelmiş ki şirket dışından bilgi taliplileri olmaya başlamış.

Durum böyle olunca, arkadaş da “ben bu bilgilerimi niye internette herkesin kullanımına açmıyorum ki?” demiş, deyiş o deyiş. O gün bugündür kendisini para, şan, şöhret sahibi yapan bir bilgi paylaşım sitesine sahip olmuş.

Web 2.0, internetin artık sadece bilgiye erişmek değil, kullanıcı için bilgi eklemek, kendi bilgisini paylaşmak ve gidişatı şekillendirmek adına gerekli yolun açılmasını sağlayacak bir kavram olarak ortaya çıkıyor.

Kullanıcı, artık uygulamanın sadece kullanıcısı değil aynı zamanda ortağı. Ya “etiket”liyor, ya “blog”luyor, ya “podcasting” yapıyor, ya “link” veriyor öyle veya böyle içeriği artık kendi belirliyor, yaratıyor, geliştiriyor, yayıyor.

Artık internet kullanıcısı, bilginin sadece tüketicisi değil yaratıcısı da olabiliyor. Ağın kendisi, bilgi parçalarına bölünüyor, hizmetler diğer siteler tarafından da kullanılabilir hale geliyor. (Örneğin hava durumu tahminlerini kendi yarattığınız sitenizde de gösterebiliyorsunuz)

Telefonu Graham Bell’in, elektriği Edison’un icat ettiğini, yerçekimi kanununu Newton’un, Amerika kıtasını Colomb’un keşfettiğini biliyoruz ama “barutu Çinliler, tekerleği Sümer’liler buldu” diyoruz.

Siz zannediyor musunuz ki bütün Çinliler bir (ve aynı) anda barut icat etmeye karar verdi?

Veya bütün Sümer’liler bir sabah ellerinde kendi icat ettikleri tekerlekle sevinç içinde evlerinden çıktılar ve ne görseler beğenirsiniz, bütün komşular birbirlerinden habersiz olarak aynı anda aynı şeyi icat etmiş.

Tabii ki değil...Orada da bireyin gücü, bütün diğer icatlarda, keşiflerde olduğu gibi itici/çekici rolü oynadı. Adlarını hatırlayanlar artık kalmadı, o başka.

Diyeceğim şu: Bilgi paylaşımının bu kadar kısıtlı hatta imkansız olduğu dönemlerde şimdiye kadar keşfedilmiş ve icat edilmiş şeyleri başarmış ve bizim kullanımımıza sunmuş olan insanoğlu/kızı, Web 2.0 ile istenilen bilgiye parmaklarının ucunda ulaşabilirse neler yapabilir hayal etmek bile olanaksız.

Ya Leonardo Da Vinci’nin yıllarca aklını kurcalayan ve bir türlü çözemediği bir düzenek (diyelim, doğrusal hareketi dairesel harekete dönüştürecek bir düzenek), çok alakasız bir şekilde Bolivya’da bir köyde (diyelim, kuyudan su çekmek için) kullanılıyor idiyse? Yazık değil mi Usta’nın uykusuz geçen gecelerine? Belki boş kalan vaktinde oturur, dönergeci icat ederdi bundan 500 yıl önce.

Veya Mimar Sinan’ın Selimiye’nin yapımında kendi keşfettiği bilgilere 10 sene önce bir internet sitesinde kavuştuğunu düşünün. Geri kalan 10 sene, Sinan’ın eserlerinde nasıl bir ihtişama ön-ayak olurdu?

Güzel. Olaya hiç öyle bakmamıştım. Web 2.0 hakikaten de yazının icadından sonra en büyük icatmış” diye ikna ettiğim okuyucularım “e o zaman Web 3.0 diye birşey var mı? Bekliyor musun? Bekliyorsan, ne bekliyorsun? Öyle bir şey yoksa niye yukarıda lafını ettin ki?” diye sorarlar umudu ile son bir cümle:

Web 3.0, olacaksa, Web 2.0’ın artık teknolojinin daha erişilebilir olduğu, ağa her zaman/her yerden bağlı kalınabilen ortamların başarıldığı, buna uygun araçların kullanıldığı, kişisel bilginin ağ üzerinde artacağından hareketle, mahremiyete daha fazla gereksinim duyulduğu ve önem verildiği bir şekli olarak karşımıza çıkacak diye düşünüyorum.

Bu senelik de bu kadar olsun.

En güzel yıllar, sizlerin olsun.

Labels: , ,

3.11.06

Wikipedia Ölmeye mahkum mu?

Veya soruyu şöyle sormak da mümkün:

Wikipedia, açık ortamda bilgi toplayıp, "bilgi, herkes için, herkese" yiyerek çıktığı bu yolda tam da demokratik, açık katılımlı, bütün bilgi girişçileri için adil bir ortam oluşturuyor.

Bir benzetme yaparsak tüm hümanist, sosyal-demokrat, sosyalist, komünist kişi ve kurumlar da toplum için böyle bir düzen özlüyor.

Böyle bir ortam fiziksel dünyada ve sanal alemde mümkün mü yoksa gün gelir kendi açmazları yüzünden yıkılır mı?

Soru, benim değil Santa Clara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde Hukuk Profesörü olarak görev yapan sevgili Eric Goldman'ın kafasına takılmış (kendisi ile samimi olduğum için değil, kafasına sorular takılan insanları sevdiğim için "sevgili" diyorum)

Diyor ki "5 sene içinde Wikipedia içindeki ıvır-zıvır bilginin oranı o kadar yükselecek ki, site, bilgi çöplüğünden başka birşey olmayacak"

Wikipedia, malumunuz, "açık ansiklopedi" düşüncesi ile yola çıkmış internet aleminin bilgi kaynağı olmaya soyunmuş bir girişim.Üye olan herkes aynı zamanda "ansiklopedist" olarak madde ekleyebiliyor, varolan maddelere eklemeler yapabiliyor.

İngilizce versiyonunda, son sayımlara göre, 1,531,000'den fazla madde olduğu söyleniyor.

İngilizcesine http://www.wikipedia.org/ adresinden ulaşılabilir. Türkçesi o kadar zengin içerikte olmasa da (bu yazıyı yazmak için en son baktığımda 40,861 madde vardı) http://tr.wikipedia.org/wiki/Ana_Sayfa adresinde sizleri bekliyor.

Peki niyet güzel, araç gelişmiş, ürün ücretsiz, adeta "bundan iyisi Şamdak Ayısı" bir durum sözkonusu iken profesör niye böyle diyor?(Üstelik bir sevimsiz ayrıntı, profesör bunu geçen yıl söylemiş yani cenaze töreni için 5 değil 4 yıl var)

"Aman bir hukuk profesörünün bu konuda ne söyleyeceği olabilir ki?Wikipedia modelinin başarılı olup olamayacağının etmenleri, hukuk konusu ile uzaktan yakından ilgili değil. O kim oluyor ki bu konuda ahkam kesebiliyor"...da denilebilir...

"Wikipedia modeli içine "junk", "spam", "hatalı bilgi" vb. eklenebildiği için bilgi yönlendirmesine, manipülasyona açık. Bunu bilmek için hukuk profesörü olmaya gerek yok.." da denilebilir.

Belli bir konuda "görüş" arıyorsanız burası mükemmel bir ortam olabilir ancak "gerçek bilgi" arıyorsanız bu bilginin doğruluğunun sorumluluğunu üstlenecek bir kişi/kurum olmadığı müddetçe buradan edindiğiniz bilgilerin doğruluğundan şüphe duymanız şarttır.

Denilen şu: Herkesin erişebilir ve bilgi ekleyebilir olduğu durumlarda, bir kontrol mekanizması olmazsa, bilgi "manipülatörleri" (pazarlamacılar olabilir, reklamcılar olabilir, belli bir konuda kişisel kızgınlığı, kırgınlığı olanlar olabilir) bu yapıyı kendi lehlerine kullanabilir. Bu da bilginin bütünlüğünü, doğruluğunu, tutarlılığını bozacak hale getiriyor.

Demek ki neymiş? "Suçluyu kazıyın, altından insan çıkar" yaklaşımı mı, yoksa "insanı kazıyın, altından suçlu çıkar" yaklaşımı mı kazanıyor?

Ne yazık ki ikincisi.

Bireyler, kısa dönemli "çıkar" olarak gördükleri şeyler için uzun dönemli kazançları feda ediyor.

Sonra da bu durum "bencillik" olarak yanlış adlandırılıp "rasyonel bencilliğin" adı karalanıyor.

Sosyalizm ve türevi (sulandırılmış veya katılaştırılmış) "hümanist" düşünceler de "insan özünde iyidir" temelinde yükselmeye çalıştığı için tam da Wikipedia gibi çökecek (benzeri bir düşünce ürünü "Open Directory Project" niye ve nasıl çöpe gitti ise o şekilde)

Wikipedia eğer gerçek bir bilgi kaynağı olarak kalmak istiyorsa "insanımız iyidir, güzeldir, herşeyin en iyisine layıktır" türü "halkaşığı" söylemlerini bırakıp bilgi girişini denetime tabi tutmalı veya en azından Ekşi Sözlük'ün yaptığı gibi "biz yazarlarımızı tanıyoruz, bir yamuklarını görürsek atarız sistemden, olur biter" türü bir kontrol getirmeli.

Yok, "biz zaten bilgi değil görüş kanalı olmayı seçiyoruz" derlerse nasıl artık gelen çöp mesajları okumadan siliyorsak orası da kuş uçmaz kervan geçmez bir yer haline gelecektir.

Hukuk profesörü değilim hatta herhangi bir şeyin profesörü de değilim ama Eric bey'e katılıyorum.

Bu sayılık da bu kadar olsun...

En güzel günler, en güzel geceler sizlerin olsun

Labels: , , ,

9.10.06

2012’de Marduk gelmezse 2018’de Linux gidiyor

Nereye gidiyor Linux? Hani Linuxx, demokratik, katılımcı, özgür yazılımın şahlanan gücü olarak, gözü paradan başka birşey görmeyen, kodlarını kimseyle paylaşmayan, kapitalist işletim sistemlerine bir alternatif olarak mazlum doğunun emperyalist batı ile olan teknolojik uçurumunu kapatacaktı?

3 kişisel deneyimim, beni “bilgisayar, bilgiyi saysın ben niye araya giriyorum ki?” konusunda düşünmeye itti.

1- Bir akrabam, bilgisayarın nimetlerinden yararlanmak istiyor ama bilgisayarı öğrenmek istemiyor

2- Eve aldığım sabit-diskli bir dvd kaydedicisi, benim bile anlayabileceğim basit bir menü ile tam da (ve de sadece) benim istediğim şeyi yapıyor. Ama arkadaşlar “aynı şeyi PC’de de yapardın hem de daha ucuza” diyor.

3- Cep telefonları, “arkasında hangi işletim sistemi varmış gibi konular” kullanıcısının umurunda olmadan ajanda, saat alarmı, kamera, TV-Radyo-çalar, fotoğraf makinesi, mp3/mp4 oynatıcısı, uzaktan kumanda, elektronik kitap okuyucusu vb. işlevlerini yerine getiriyor ancak biz ona hala “telefon” demeye devam ediyoruz.

Arabanın, çamaşır makinesinin, bulaşık makinesi ve elektrikli süpürgenin ne işe yaradığını biliyoruz. Nasıl kullanılacağını kullanım kılavuzlarından öğreniyoruz. Ve hangi işlevi yerine getirmesi için aldı isek onu yapıyor üstelik belli bir modeli kullanan bir ev hanımı, başka bir bulaşık makinesini kullanmakta o kadar da zorlanmıyor.

Bir arabadan inip öteki arabaya binmek ve kullanmaya başlamak o kadar da zor birşey olmuyor çünkü bütün arabalarda temel prensip ve kullanım şekilleri aynı.

Ancak konu bilgisayara gelince vizyon insanı gözü korkutacak kadar genişliyor.

- Hocam, ben bu bilgisayarla neler yapabilirim?

- Sen ne diyorsun üstad, bu öyle bir derya ki, yapabileceklerin sınırsız. Bütün dünya önüne açılıyor. Resim yap, hesaplama yap, mesaj al/gönder, film izle, tv seyret, internete gir, oyun oyna, karşılıklı görüşmeler yap, fotoğraflarını seyret, dünyayı takip et, okey oyna, at yarışı oyna

- Aboov...Yapma yaa, kalsın o zaman...Zaten bunlara bir de virüs, bakteri, solucan, molucan giriyormuş...Atari, matari gibi bişi baksak?

Bu durumda da bilgisayarlaşma “valla ucuz bulduk aldık”, “çocuk çok ısrar etti”, “veli toplantısında bir baktık ki evinde bilgisayar olmayan bir biz kalmışız, utandık”, “e lazım tabi, aldık biz de ama henüz açmadık, hanım monütüre dantel örüyor, önce o bitsin de...”, “kampanya vardı, aldık” seviyesinde kalıyor.

Sonuç, Cem Yılmaz’ın “evde amerikan bar” esprisi komikliğine doğru gidiyor.

Halbuki istenilen ihtiyaçlar sıralandığında o ihtiyaç için üretilmiş ürünlerin kullanım basitliği daha cezbedici. Benim gözlemim, gidişatın bu yönde olduğu.

Bilgisayarın ne işe yarayabileceğini, “üh-hüüüü...” diye ucu bucağı olmayan bir kavram ile açıklamak yerine hangi ihtiyaçlarımı gidereceğini bilsem, düğmesini açtığımda beni yönlendirecek menü gelse, aşağı yukarı tuşlarına basarak (hatta konuşarak) menüler arasında dolaşsam ve işimi halletsem güzel olmaz mı?

Güzel olur. Güzel olduğu için de artık “media center” gibi uygulamalar tercih edilmeye başlandı.

Veya Google’ın sadece internet kullanımı ile sunduklarına ve sunmayı planladıklarına bakın. Üzerinde sadece internet tarayıcısı olan bir aletle yazı yazıp hesaplama da yaptırabiliyorsunuz.

Üstelik bir de DRM (Digital Rights Management) kavramı geliyor yani kopya koruma yöntemleri ile divx seyretmek, mp3 dinlemek bedava olmayacak ama çok ucuz bedeller karşılığında daha iyi hizmetler verilecek

Bu sebeple de cep telefonları örneğinde olduğu gibi “arkasında çalışan sistem umurum değil ben gelen ekrana bakarım” türü bir yaklaşımı karşılayanlar kalacak. Özgür, katılımcı, bedava olanlar gidecek. Niye?

Kullanıcıya iş yükleyen “tamam onu yapmak için şunu indir, bunu ekle. O uygulama şuradan, bu yazılım buradan...O mu? Ona yeni bir güncelleme lazım” türü sistemler / anlayışlar / yaklaşımlar ise şimdilik ufak ufak, daha sonra büyük bir hızla gündemi ve ortamı terkedecek. Veya şu anda “yok hocam, taş plaktan dinlenilen müziğin hazzını hiç bir aygıt veremiyor” diyenler kadar kısıtlı bir çevrede yankı bulacak.

E peki Linux’un mezartaşına niye 2018 yazılacak?

Onu da ben değil Simone Brunozzi söylüyor. Kendisi ve fikirleri hakkında daha geniş bilgiyi http://www.ubuntu.it/ adresinde bulabilirsiniz. (İtalyanca ama olsun Altavista’nın”Babil balığı” ne güne duruyor :)

Çeşitli kaynaklar, amcamın kulağına şunu fısıldamış:

Mevcut PC’lerin cep telefonu ve cep bilgisayarı gibi mobil terminallere dönüşü 10 yılı bulacak (henüz yeteri kadar hafif ve uzun süre dayanan enerji kaynağı konusunda eksiklikler var, ki bu eksiklikler 2012’ye kadar giderilecek).2016 ile 2018 yılları arasında da yeni teknolojiye geçiş yaşanacak (tabi bu arada Marduk veya yepyeni bir teknoloji eğilimi gibi birşeyler yaşanmazsa)

Gözlemlerimde yanılıyor olabilirim, tarih konusunda Simone beni kafaya alıyor olabilir ama 2018 o kadar da uzak değil. Ben buradayım, Simone da burada, siz de buradasınız. Göreceğiz bakalım...

Bu sayılık da bu kadar olsun.

En güzel günler, en güzel geceler sizlerin olsun.

26.9.06

Vista geliyor, vista..Kafa karışıklığı yarata yarata

Microsoft’un yeni işletim sistemi Vista’yı görmüş, ellemiş, kullanmış değilim...Neler yapacağı, ne özellikler eklenip, ne özelliklerin öne çıkarıldığı konusunda milletin anlattıkları Kar Adamı Yeti’yi görenlerin anlattıklarından farklı değil. Körün fili tarifi gibi herkes başka şeylerden bahsediyor. Veya aynı şeyi başka başka anlatıyorlar.

Ama benim konum bu değil. Beni “Microsoft gene birşeyler planlıyor. Nasıl engelleyebiliriz. Bu piyasayı nasıl hür(!) ve özgür (!), diğer rakipleri havlu atma noktasina getirmeden kollayabiliriz? Vista tsunamisi karşısında nasıl önlemler alabiliriz?” tartışmaları ilgilendiriyor.

Ve gelinen nokta ve gördüğüm şudur ki engellemeye çalışanların kafası epeyce karışmış durumda. Birşeylere itiraz edecekler, “Microsoft şunu yapmasın” diyecekler ama ne diyeceklerini, neye itiraz edeceklerini, neyi protesto edeceklerini bilemiyorlar. Hangi özelliği “kullanıcıya bu bütünlüklü olarak verilemez. Bu ayrıca satılmalı” diyeceklerini bilemiyorlar.

Microsoft’un önündeki en önemli engel de Avrupa Birliğinin Rekabet Komisyonu.

Çıkış tarihi yaklaştıkça komisyon üyelerini de bir telaş kaplıyor.

Microsoft “Nedir derdiniz? Neye huysuzluk edeceksiniz? Hangi özelliklerini “tekelleşme girişimi” maddesine tabi tutacaksınız? Neyi yapıp neyi yapamayacağımız önceden söyleyin de bilelim” dedikçe gelen cevaplar gittikçe muğlaklaşıyor.

Ve komisyon üyeleri “önceden birşey söylemeyelim, ürün piyasaya çıksın, ondan sonra “arkadaşım şu olmamış, bunu ürüne eklemen hiç hoş değil” türü yakınmalarda bulunalım” diyorlarmış.

Bana inanmıyorsanız Cnet’te Joris Evers’i okuyun. Ben de gelişmeleri ondan öğrendim.

http://articles.techrepublic.com.com/2100-1009_11-6116354.html?tag=nl.e107

Görünen o ki, Microsoft bir yol gösterici kurallar rehberi bekliyor Komisyon ise Vista’nın hangi modüllerini beğenmediğini, sakıncalı gördüğünü (göreceğini) bir türlü açıklamıyor.

Microsoft daha yeni 357 milyon dolar ceza yemiş 2004 yılında çıkartılan “tekelciliği yasaklayan kanun”a uymaması sebebiyle. Şimdi diyor ki “önceden söyleyin ona göre önlem alalım”

Tabi konu da dönüyor dolaşıyor kafa karmaşıklığında düğümleniyor.

Örneğin, yıllarca Microsoft’un işletim sistemlerinin virüslere ve saldırılara açık olduğundan şikayet edilir. Şimdi Microsoft “tamam işletim sisteminin içine “Windows Defender” koyayım” diyor, komisyon aynı görevi görmek üzere ürün satan Symantec ve McAfee’den görüş istiyor.

Ne desin bu şirketler “iyi olur tabi, sistemle bütünleşik bir anti-casus yazılım daha etkin olur. Biz bu arada ürün satamaz hale geliriz ama ne gam” mı?

Avrupa Birliği Rekabet Komisyonu’nun esas görevi Avrupa şirketlerini dış tehditlere karşı korumak ve kollamak. Ne pahasına? Daha pahalı, daha az işlevli, daha eski teknolojiye dayalı sistemler satan ürünler kullanmak zorunda kalan tüketiciler pahasına.

Aynı, bir zamanlar, “yerli sanayiciyi koruma ve kollama” gerekçesi ile “ithal ikameci üretim” yandaşlarının dediği ve yaptığı gibi. Yeni kuşak, umarım, hatırlamaz. (bu arada yeni kuşak için : ikame, “yerine koymak” anlamına geliyor.)

- İthal etmek yerine Türkiye’de üretilmişini kullanalım.
- Ama Türkiye’de üretilmişi daha pahalı ve kalitesiz.
- Olabilir. Önemli olan dövizimiz böyle antin-kuntin şeyler için harcanmasın.
- Peki ne için harcansın? Ne diye kazanıyoruz ki o dövizleri?
- Zor günler için saklayalım
- Hangi zor günler?
- Gelince görürsün işte, uzatma.
- Peki.

Bir zamanlar Türkiye’de böyle görüşler vardı (hala da kıyıda köşede böyle düşünenler vardır ama en azından iktidarda değiller ve açık açık söyledikleri zaman onları ayıplayacak insanların varlığından haberdarlar)

Düşüncem şu:

- Herhangi bir ürün için nihai kararı piyasa versin. Kimse (hiç bir kişi, kurum, komisyon, devlet) tüketici adına, tüketicinin birey olarak satın alma ve kullanma hakkından daha fazlasına sahip ol(a)masın.

- Microsoft’un ürettiği işletim sistemleri ile birlikte diğer rakip şirketler, kapalı kapılar arkasındaki komisyonlarda yapılan ayak oyunları ile değil, o üründen daha iyisini üreterek kar etsin.

- İşletim sisteminin “yancı”ları (güvenlik yazılımları, bilgisayar ile bütünleşik eğlence dünyası ürünlerinin üreticileri, haberleşme yazılımı üreticileri vb.) işletim sisteminin içinde olanlardan daha iyisini, daha hızlısını, daha gelişmişini ürettikleri ve sattıkları için hayatlarını kazansınlar.

Yoksa “O özelliği işletim sisteminin içinden çıkartılsın da, tüketici bizden ayrıca almak zorunda kalsın” diye bir karar kabul edildiği için değil.

- İşletim sisteminde komisyon üyelerinin paşa gönüllerinde iyiniyetle(!) aldıkları kararları uygulamak için getirilen ek önlemler ise ek masraf ve emek kaybı, gecikme bedeli olarak gene tüketiciye yansıtılıyor.

Bu sebeple benzeri komisyonların kararlarının bedeli tüketicinin cebinden değil, komisyon üyelerinin cebinden çıksın. (Umarım kimse “MS o masrafları kârından fedakarlık etsin de kendi cebinden ödesin” deme saflığını göstermiyordur)

(Aslında şimdi “Formula1’deki şark kurnazlığından aldığımız 5 milyon USD’lik cezayı kim ödesin?” sorusunu açmak vardı ama doğru mecra burası değil)

Yıllarca Microsoft’un ayağına prangalar vurarak gelişmesini önlemeye çalışanlar o kadar emeği bu iş yerine Linux benzeri bedava (inanmayııın üretilmiş hiçbirşey bedava değildir) ve daha işlevsel ürünler için harcasa idi şimdi engellenmesi gerekecek bir işletim sistemi kalmazdı belki de.

Şimdi de en büyük korku “Ya Google da benzeri bir işletim sistemi yapar ve yaygınlaşırsa, bütün özellikleri içinde olur da başka hiçbir yan ürüne gereksinim olmazsa. Ya o kadar çok benimsenir de tekelleşme yoluna gider de kimse ondan başka birşey kullanmazsa?”

Amaaaan o gün gelsin düşünürüz. Çekeriz Google’ı karşımıza “bak arkadaş, öncelikle posta kutusu için bu 3 gigabayt yer fazla, sen onu bir 2 megabyte’a indir bakalım. Nedir bu rahatlık? Bu değirmenin suyu nereden geliyor?” talebinden başlar sonra yavaş yavaş o ürünü de kuşa çevirmesini biliriz. Yeter ki Google da bizim kurallarımızla oynamayı kabul etsin. Gerisi kolay.

Bu sayılık da bu kadar olsun.

En güzel günler, en güzel geceler sizlerin olsun.

Labels: , , ,

18.9.06

MP3 İndirmek Hırsızlık mı?

- Tabii ki değil...Bir şey üretildikten sonra artık kamunun malı olur. Ben de kamunun bir parçası olduğuma göre buna sahip olmak en doğal haklarım arasındadır.

- Tabii ki değil...Ödeyeceğim 10 liranın olsa olsa 50 kuruşu sanatçının cebine gitmektedir. Geri kalan, aracı olarak geçinenen parazitlerin cebine gidiyor. Stüdyo sahibi, CD üreticisi, kayıtçısı, satışçısı, reklam meklam derken aslında 50 kuruşluk şey 10 liraya çıkıyor. Doğrudan sanatçının cebine gideceğini bilsem ödeyeyim ama yok böyle birşey. Eğer çok istiyorsa gelsin sanatçı 50 kuruşunu ödeyeyeyim. Konu da kapansın.

- Tabii ki değil...Sonuç itibarı ile o yasal olmayan kopyayı yaratmak için orijinal bir CD alınmıyor mu? E, onun parasını ödeniyor işte. Şöyle düşün sen aldığın gazeteyi okuduktan sonra isteyene vermiyor musun, okusun diye? Bu da öyle bir şey işte.

- Tabii ki değil...Interneti koca bir kütüphane gibi düşün. Sen kütüphaneye gidip birşey okuduğunda para ödüyor musun? Hayır..E, o zaman daha ne? Kütüphaneye kadar gitmek zorunda olmadığımız için mi tantana ediyorsun?

- Tabii ki değil...Telif hakkı neymiş? Mülkiyet hakkı neymiş? Bunların hepsi kapitalist düzenin uydurmaları...Yârin yanağından gayrı her yerde, herşeyde, hep beraber olabilmek lazım.

- Tabii ki değil...Şunu bil ki sanatçılar CD satışlarından değil ekstralardan vuruyor voliyi...Konser olur, bayi toplantıları olur, reklamlar, diziler olur..Esas para orada...Yani ben onun şarkılarını MP3 oynatıcıma indirerek aslında ona para kazandırıyorum

- Tabii ki değil...Nasıl olsa ben o sanatçının konserine gittim ve oraya sahte bilet bulamadığım için tam parayı vermek zorunda kaldım...Bundan sonra indirdiğim şarkıların parasını o konser bileti parasından tahsil etsin.

- Tabii ki değil..Ben zaten o eseri para ile satılsa almayacaktım. Dolayısı ile o sanatçının potansiyel müşterileri arasında değilim ki benim kopya alıyor olmam onu zarara uğratsın. Cebine girmeyecek bir para gene girmiyor. Bunda bir zarar yok.

- Tabii ki değil...Ben programcılıkla amatör olarak uğraşıyorum. Para kazanmaya başladığım çünkü kaçak işletim sistemi ve uygulamalarının parasını öderim merak etme.

-Tabii ki değil...bana kadar yeteri kadar para kazanmışlardır zaten. Benden de kazanmayıversinler...

Benim aklıma gelen, bana söylenilen gerekçeler üç aşağı beş yukarı bu kadar. Sizde daha fazlası varsa benimle paylaşın ( enustun@btdunyasi.net ) ben de dağarcığımı genişleteyim (gerçi artık “dağarcık” boyutundan çıkıp “dağar” hatta “dağ” oldu, ama olsun)

Ne yazık ki bu gerekçelerin hiç biri beni ikna etmeye yetmiyor. Yaşamanın en temel hakkının, birey hakkı olduğuna birey hakkının olabilmesi için de mülkiyet hakkının bir ön-şart olduğuna inanıyorum.

Kişi üretmek, ürettiğine sahip çıkmak hakkına sahip olmalı. Ürettiğini ister bedavaya verir, isterse de “ücreti budur kardeşim” diye bir fiyat koyar.

Bu fiyat koyma aşamasından sonra, serbest piyasa, bu fiyatın o üretilmiş eser için uygun olup olmadığına karar verir. (“Kamu kararı”, “toplumsal çıkar” diye birşey yoktur, bireylerin kendi başlarına aldığı karar(lar) vardır. Bu sebeple “toplum buna hazır değil”, “kamuoyu bunun bedelinin bu olduğunu düşünmüyor” gibi her türlü yaklaşım aslında hırsızlamayı düşünen o bireyin, kendi fikrini dayatma/haklı gösterme çabalarıdır)

Eğer fiyat yüksek ise kimse almaz, ürettiği üreticinin elinde kalır, fiyatını düşürüp tekrar şansını dener.

Fiyat çok düşük kaldı ve satışlar patladı ise bir dahaki sürümde üretici daha yüksek bir fiyat koymayı akıl edecektir. Her halükarda, serbest piyasa, o ürünün gerçek, adil, ahlaki karşılığını, uzun veya kısa vadede, belirleyecektir.

Yeter ki bu aşamada fiziksel zor-alım veya sahtekarlıkla el koyma, hırsızlama olmasın.

Bu bağlamda “telif hakkı” tabii ki mülkiyet hakkının vazgeçilmez bir parçasıdır.

Madem o ürün o sanatçı üretmeden yoktu ve o üretmese olmamaya devam edecekti, o zaman üretildiği andan itibaren o ürünün sahibi o sanatçıdır.

Mülkiyet hakkını kabul etmemek, gün gelir sizi de zor durumda bırakır. Bir gün eve dönersiniz, bir bakarsınız ki evinizde yabancı insanlar yan gelip yatıyor. “Ne mülkiyet hakkı? Ne tapusu? Mallar herkesindir. Bundan sonra burada kalmaya karar verdik” derler. Sizin “ama parasını ben ödemiştim, işte tapu...” gibi sızlanmalarınız hiç bir işe yaramaz.

MP3 indirmekten nerelere geldik? Konuyu şöyle özetlemek de mümkün:

Bugün siz, gerekçeniz size ne kadar haklı gelirse gelsin, başkasının ürettiğine el koyarsanız yarın öbürgün de başkasının sizin ürettiğinize el koymasına ses çıkaramaz hale gelirsiniz.

Birey hakları, bütün bireyler için gerekli. Sahip çıkmanızı tavsiye ederim. (Çok geç olmadan)

Bu sayılık da bu kadar olsun.

En güzel günler, en güzel geceler sizlerin olsun.

4.9.06

Yaşasın Bağımsız (!) Demokratik (!) Internet : Net Neutrality

Fazla bulaşmamak için az web sayfası mı açar açmaz kapatmadım?

Az “link”e “boş ver tıklamayayım şimdi” mi demedim?

Az muhabbeti “boşver arkadaşım, girmeyelim bu konulara, başka muhabbet aç” diye geri mi çevirmedim?

Az tartışma grubunda “boş ver girmeyeyim bu topa” mı demedim?

Ama uzak dur, uzak dur da nereye kadar?

- Vahşi kapitalizmin bizi getirdiği yer bu işte. Görece demokratik ve görece eşitlikçi bir ortam olan Internet dahi “parası olan düdüğü çalar” türü bir “vurun abalıya”, “fakir seniiii, bu ortam senin neyine?” kovalamacasına dönüşecek...

- Paralılar, parasızları internetten kovacak...

- Gün gelecek sermaye sahipleri dışında hiç kimsenin internet sitelerine erişemez olacağız...

türü muhabbetler gırla gidiyor.

Neler oluyor? Bu muhabbetlerin ne kadarı doğru?

Olay şu:

Ticari firmalar arasında, "benim sitem onunkinden hızlı çıksın" diye, bant genişliğinin dışında firmalardan para alınması mümkün olacak. Yahoo Google'dan hızlı çıkmak için, Barnes & Nobles, Amazon'dan, Akbank, Garanti Bankası’ndan hızlı sayfa yükletebilmek için Internet Servis Sağlayıcılara (ISS) ekstradan para veriyor olacak...

Bazı şirketler de diyorlar ki “ben on-line oyun oynatacağım”, “ben on-line film seyrettireceğim”, “ben on-line bahis (daha açıkçası kumar) işine giriyorum”, “ben erotik/porno dünyasına el atacağım. Ve bu hizmeti internet üzerinden on-line vereceğim”

Bu değişik iş kollarının ortak derdi ise şu: Internet bu hali ile çok yavaş ve güvensiz.

O zaman diyorlar ki “parayı bastıralım, ya kendimiz Internet Servis Sağlayıcı kuralım veya varolan ISS’lerden bize özel, daha hızlı, daha güvenilir hizmet vermesini isteyelim. Böylece daha hızlı bilgi alışverişinin mümkün olacağı alt-yapılar oluşturalım. Ama madem parayı biz bastırıyoruz hizmetten de sadece biz yaralanalım veya parasını vereni yararlandıralım

İşte bu aşamada her konuda olduğu gibi “ilkel komünal toplum” yandaşları, avantacı tayfası “vay daha hızlı sistem kuruyorsun da bizi yararlandırmıyorsun? Nerede insanlık, nerede kardeşlik, nerede bu devlet?” türü yayınlara başlıyor.

Yaygaranın özü şu:“Hayır, network sağlayıcılar tarafsız (neutral) olmak zorunda, parayı verenle bedavadan yararlanana aynı hizmeti vermekle yükümlüler

1- Parası olanın istediği hizmeti alırken sizinle de paylaşma zorunluluğu nereden çıkıyor?
2- Daha iyi hizmet seçeneklerinin varolan hizmet seçeneklerini kötüleştireceğini nasıl en baştan veri olarak kabul ediyorsunuz?

- Örneğin kişi diyor ki “benim işim acele, param da var. Belediye otobüs ile gitmek yerine taksi ile gitmek istiyorum” Böyle bir olanağı olmasın mı?
- Olsun ama o taksi hizmetinden biz de yararlanalım.
- O nasıl olacak?
- Ya belediye otobüsleri de taksi gibi hızlı ve bizim istediğimiz yerlere de gitsin ya da taksileri otobüs bileti ucuzluğunda kullanalım
- Bu senin dediğin akla, mantığa ve verilen hizmetin doğasına aykırı olduğunun farkındasın değil mi?
- Niye ki?
- Senin dediğin olduğunda ya taksiye yatırım yapan kalmaz çünkü taksi işletmek ekonomik açıdan kârsız bir iş haline gelir ya da trafik taksiden geçilmez ve kıpırdanamaz bir hal alır.
- Peki ne olmalı?
- Hem toplu taşımacılık hem taksi hizmeti olmalı. Acelesi ve parası olan taksi seçeneğini seçebilmeli
- Ama o zaman sadece parası olan taksiye biner ?
- Tamam işte...Parası yetmeyen de otobüse biner
- Bu haksızlık, adaletsizlik değil mi?
- Niye olsun? Taksi hizmetini engellemek, otobüslerin verdiği hizmeti güzelleştirmeyecek veya kişiye özel hale getirmeyecek ki. Hem belediye otobüsü ucuzluğu hem de taksi hızı ve özelliği aynı anda bulunmaz. Hem pastayı yemeyip hem de karnını doyuramazsın. Doğada üretilmiş hiçbir ürün veya hizmet bedava değil bedeli var. Bedeli ödeyenin daha iyi hizmet alması o alana yapılan yatırımları artırır bu da ileride kullanıcının ulaşabileceği hizmet seviyelerini getirir. Bunun nesi yanlış?
- Öyle işte...Bana yanlış geliyor..Yanlış olduğunu hissediyorum.Bunun bedeli varsa, ki olduğunu zannetmiyorum, birileri ödesin ama bu ben olmayayım

Yapmayın arkadaşlar...”Öncelikli (premium) internet servisi” varolan standart internet servislerine bir zararı olmaz. (Tabi ki belediye otobüsü, taksinin yanında yavaş gözükecektir ama bugünkünden yavaş olması için bir sebep yok. Yeter ki varolan yatırımcılar bu işte kazanç görüp yatırıma devam etsinler) Ancak parası olan da kendi iş amaçlarına uygun öncelikli internet servisi isteyenler de bu işe yatırım yapabilmeleri için bu olanağın açılması lazım.

Gün gelir, bugün “premium service” alanlar da kendileri için “golden premium”, daha ileride “platinum premium” hizmetlere terfi eder. Bir önceki öncelikli internet hizmetleri de standart hale gelir. Ve sonuçta kazanan gene tüketici olur.

Yeter ki gelişmenin önüne geçmeyelim.

Bağımsız (!), Demokratik (!) Internet isteyenler de kendi aralarında para toplayıp varolan standart hizmetlerini bir üst aşamaya taşıma olanaklarına her zaman sahipler.

Ticari kuruluşlar “ben senin tipini sevmedim, kaç para verirse ver, yok sana premium internet hizmeti”, "senin paran burada geçmez" demez.

Hazır, kredi kartı ve taksitle silah satışları da başladı siz de kampanya benzeri bir uygulamadan yararlanıp “öz-hakiki, öncelikli, premium’un dik âlası internet hizmeti” almaya başlayabilirsiniz.

Bu sayılık da bu kadar olsun.

En güzel günler, en güzel geceler sizlerin olsun.

10.8.06

Dürüst olmak için teknolojiyi mi beklesek?

Uygarlığın çeşitli ölçüleri var. Yüzyıllar içinde değişen yargılar var. Ama zamana karşı direnen ve her çağda doğru olabilecek bir ölçü şu:

Uygarlık, kendi üyelerine ne kadar “boş” ve kaliteli zaman ayırabiliyorsa o kadar gelişmiş demektir.

Bunun için ne kadar üretim yapıyor, nasıl giyiniyor, nasıl ısınıyor, karşı cinse nasıl davranıyor, doğayla ne kadar barışık olduğuna bakmak yerine, o medeniyet mensupları günlük zamanlarının kaçta kaçını kendi istedikleri işlere ayırıyorlar ona bakmak daha karşılaştırılabilir bir ölçü gibi duruyor.

Teknoloji en başta bunu sağlıyor. Daha önce zaman harcadığımız şeyleri teknoloji yardımı ile ne kadar az sürede yaptığımıza (yapıldığına) bir bakın.

Çok hoşuma giden bir hikayedir. Zamanında Çin imparatoruna trenin faydaları anlatılırken “düşünün buradan Pekin’e artık 2 gün yerine 1 günde gidilecek” dendiğinde “iyi de ben o boşa çıkmış 1 günde ne yapacağım?” diye karşı çıktığı rivayet edilir.

Bunun yanında :

+ Teknoloji dürüstlüğe de prim sağlayacak. Yeni kuşaklar pek hatırlamaz, zamanında elektrik, su faturaları ilgili kurumlara veya bankalara yatırılırdı.

Ortalık ana baba günü olur, kuyruklar uzar, ancak bazı uyanıklar araya “kaynak yapmak” sureti ile karışır, arkadakilerin cılız itirazları, öfkeli yumruk sıkmaları, “insanlık nereye gidiyor?” sesleri eşliğinde işini görür giderdi.

Arada bir kuyruktaki öfkeli kişiler, söylenmekle kalmaz kavgalar da çıkardı.

Ama şimdi ne var? Gittikçe çoğalan bir sayıda “q-matik, numaratör” vb. isimlerle adlandırılan “bekleme kuyruğu numara verme” makinaları artık dürüst, sırasını bekleyen, başkalarının hakkına tecavüz etmeyi kendine yakıştıramayan insanların da hırgüre gerek kalmadan hakkını alma olanağı sağladı.

“Nedir arkadaşım? ‘Sıra benim mi’ diyorsun? ‘ Ben senden önce geldim” mi diyorsun? Bakayım elindeki numaraya? 367 mi? Bak benimki 325 ve şu anda panoda da 325’e hizmet vereceği belirtiliyor. Hadi bana eyvallah” deyip, avantacı, üçkağıtçı, sahtekar takımı ile muhatap olmaya gerek kalmadan işimizi görebiliyoruz.

+ Zaman zaman gazetelerde banka çalışanlarının zimmetlerine para geçirdikleri haberlerini okuyoruz.

Bir gecede zimmete para geçirme olayları dışında genelde kabul (!) gören yöntem, az hareketli, hesap durumunu zırt-pırt sormayan bir kaç müşterinin hesabını boşaltmak o müşteri gelip para çekmek istediği zaman, başka bir hesaptan takviye yaparak eksikliği kapatmak.

Eğer internet bankacılığı bütün müşterilerin kullandığı bir aşamaya gelmiş olsa ve insanlar arada bir hesaplarının durumunu internette takip ediyor olsalar, her an kontrol edileceği endişesini taşıyanlar bu hesaptaki parayı bir anlığına bile başka bir yere aktarmaya cesaret edemez. Bu sayede şeffaflık, şeffaflık sayesinde de dürüstlük yerleşmiş olmaz mı?

+ Artık yavrularımızı “yuvada yaşananların canlı görüntüsünü internet üzerinden velilere açan” çocuk evlerine, okullara, dershaneler bırakabiliyoruz.

Her an izlendiği bilincinde olan bakıcılar, öğretmenler artık çocuklarımıza ilk gün söz verdikleri özeni göstermek zorundalar.

Hem bütün gün “çocuğum şu anda ne yapıyor acaba?” konulu endişe ve stres kaynağı ortadan kalkıyor hem de şeffaflık burada da dürüst ticaretin yaygınlaşmasını sağlıyor.

Düşünün böyle bir olanak daha önce olsaydı Malatya Çocuk Evi bir gönül yaramız olur muydu?

+ Ortalıkta nakit paranın dolaşmadığı bütün alışverişin kredi kartları, havale ödemeleri ile yapıldığı bir zaman düşünün. Artık burada hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet, haksız kazanç olur mu? Mümkün mü?

Her servetin kaynağı takip edilebilecek, her ödeme makul ve ahlaki bir gerekçelendirme sahibi olacak.

Şimdi bütün bu maddeler için “onun da bir kolayını (=üçkağıdını) bulurlar” dediğinizi duyar gibi oluyorum.

E, o zaman teknolojinin insanı robotlaştırdığı konusu hiç endişe yaratmamalı çünkü demek ki esas tehlike, insanın insan olarak kalması.

Demek ki insanın mayasının bozuk, içtiği sütün çiğ olduğu önyargısı o kadar beyinlerimize işlemiş ki, teknoloji, bu tip sahtekarlıkları düzeltmek için olanaklar sunduğunda dahi “onun da üstesinden gelirler” endişesi var.

O zaman teknolojiyi de, gelişmeyi de boşverelim, olduğumuz gibi yaşamaya devam edelim.

Bu sayılık da bu kadar olsun.

En güzel günler, en güzel geceler sizlerin olsun.