A-ah, meğer ABD hiç de “resilient” değilmiş
İlk defa global anlamda 2000 yılı problemi ile kendini gösterdi, arkasından İkiz Kuleler’e yapılan saldırı ile insanoğlunun şu soruları gündelik yaşamının içine almasına sebep oldu:
-Ya dünya bir anda bizim alıştığımız şeklinden çıkıp bambaşka bir yaşam tarzına dönerse?
-Ya yaptığımız iş, bir anda her zamankinden farklı bir şekle dönerse?
-Ya hiçbir zaman yanımızdan ayrılmayacak olarak düşündüğümüz iş yapış şekillerimiz, bilgi kaynaklarımız, kendimizle ilgili bilgilerimiz, artık yapılamaz, ulaşılamaz hale gelirse?
-Ya düşünmek, aklımıza getirmek, kabul etmek istemediğimiz kadar savunmasızsak?
Ve bütün bu soruların doğal sonucu olarak:
-Böyle bir durum için hazır mıyız?Teknoloji ağırlıklı bütün sektörler, bu soruları sormak, sormakla kalmayıp çözümler bulmak için uğraştılar ve uğraşıyorlar...Çözüm ise düşünülemeyeni düşünebilmeyi (thinking the unthinkable) gerektiriyor.Kendi içinde mantık hatası içeriyor gibi görünse de “düşünülemeyeni düşünebilmek” sorunun biricik çözümü.
Çünkü doğal afetler (deprem, yangın, sel vb) koordineli çalışmaz (ve üstüste gelme olasılıkları çok düşük, fiziksel önlemler alınabilir) ama teröristler ve daha nitelikli terörist olarak adlandırabileceğimiz “bilişim-teröristleri” ise koordineli çalışabilirler...
Yıllardır bir sürü araştırma ve kitaba konu olan konvansiyonel terörizmin nihai çalışma yönteminin “çözümün bir parçası değilsen, problemin bir parçasısın”tahlilinden yola çıkarak saldırı yöntem ve arzularına aşinayız.Ancak “hacker” olarak adlandırılan bilişim-teröristlerinin ise sadece birşeyleri başarıyor olmanın verdiği zevkten, intikam almaya, aldığı hizmetten memnun olmamaktan, bu işi para için yapmaya kadar değişik çıkış amaçları var.Ve gün gelip bir deprem, yangın, sel’den çok daha büyük ve geri dönülemez zararlar verebilme potansiyelleri var.Dünya finans sektörü (diğer sektörlerle birlikte ama onlardan daha çok iliklerine kadar hissedebildikleri, hissetmek zorunda oldukları) iki konu üzerinde duruyor:
-Kolay yaralanabilirlik, hücuma karşı savunmasız olma hali olarak Türkçeleştirilebilecek “vulnerability”
-Kolay toparlanabilme, çabuk iyileşme olarak çevirebileceğimiz “resilience”
Ve bunların sonunda “değer” olarak tanımlanacak “iş yapmanın gerekliliği, şirketin piyasada tutunabilmesi, kazanç elde edebilmesi, globalizasyonla bilikte gelen rekabete karşı koyabilmesi”nin temel göstergeleri bu iki konuyu da içine almak zorunda kaldı.(Unutulmamalı ki örneğin banka ile çalışan müşteriler aslında bu kurumda gördükleri “değer”e yatırım yapmakta ve “değer”li gördükleri bu kurumla çalışma arzusu göstermektedirler.Yani başka bir bankayı seçmek yerine bizimle çalışmalarının temelinde bu “değer” olgusu vardır.Esas olan, bu değeri yarın da sunabilmek için gerekli çalışmaları yapmak, gerekli önlemleri alabilmektir)
Piyasaların entegrasyonu ve teknolojik gelişme “değer” kavramının itici güçleri oldu.İşlem maliyetlerinde inanılmaz düşüşlere yol açtı.Ve bu, global finansal sektörün ortaya çıkmasına ve “değer”in etkileyici gelişmesine yol açtı.
“Yaralanabilir”liğin farkında olmayan ve “kolay toparlanabilme” (tanımda daha da ileri gidip müşterilerine hissettirmeden normal hizmetlerine devam etmesini sağlayacak) stratejiler geliştiremeyen ve uygulamaya alamayan şirketlerin değeri de o ölçüde düşecektir.
“Kolay yaralanabilirlik” durumunun 3 kaynağı:
-Büyük ve karmaşık finansal şirketlerde ekonomik yoğunluk (özellikle 20.yüzyılı kapatırken yaşadığımız birleşme ve satınalmalar finansal hizmetlerin sayıca daha az kurum tarafından yerine getirilmesine yol açmıştır, böylelikle sadece bir kurumun dahi normal hizmetini verememesi faturanın bütün finansal sistem tarafından ödenecek olmasına yol açacaktır)
-Coğrafi kümelenme:Finansal kurumlar birkaç önemli finansal merkezlerde kümelenmişlerdir (Türkiye’de Levent, ABD’de Manhattan yarımadasının aşağı kısmı gibi)Böylece ekonomik yoğunlukla birlikle coğrafi kümelenme daha da önemli hale gelmektedir.
-Finansal sektörün üyelerinin biribiri ile olan bağlantı ve karşılıklı birbirlerine dayanma zorunluluğu.2000 yılı problemi ve “11 Eylül saldırısı bu tip “kolay yaralanabilirliği” daha iyi gözler önüne sermiştir.Bu tip yaralanabilirlik, finansal “network” kullanımının doğal bir sonucudur. Ortak bir finansal şebekeye üyelik ve birlikte kullanım, verimliliği artırabilir, risk yönetimini kolaylaştırabilir.Ama aynı zamanda sistemsel riskin hem kaynağı hem de yayılma kanalları haline gelebilir.
“Kolay yaralanabilirlik”ten “kolay toparlanma”ya giden yol2000 yılı probleminden çok iyi dersler çıkardık (aslında başlangıçta bir türlü ders almadığımızın kanıtı bu problemi Y2K olarak adlandırmaktı..Zaten bütün problemin kaynağı yıl bilgisini 4 hane tutmak yerine 2 hane tutmak değil miydi?İnsanoğlu, bilgi, tanım ve kavramları kısaltma hastalığı yüzünden kendi başına açtığı problemi gene kısaltma kullanarak adlandırıyordu.Tam insanoğluna özgün bir inatçılık!)
2000 yılı projesinin en büyük avantajı çok net bir “nihai tarih”e sahip olmasıydı.31 Aralık 1999 günü hemen hemen herkes, ne yapacağını ve sorun çıkarsa nereyi arayacağını biliyordu.11 Eylül türü terörizm veya bilişim terörizmi karşısında ise ne zaman, nereden, hangi yolla geleceğini bilemediğimiz bir saldırı ile karşı karşıyayız ve bunu bertaraf edecek tek yöntem “düşünelemeyecek olanı düşünebilmek” çünkü karşımızdaki bizden bir adım önde...
“Düşünülemeyecek olanı düşünmek”, bilmediğimiz bir şeyi anlatmaya çalışmak gibi. Peki bunu nasıl sağlayacağız?Kendimizi ve bulduğumuz karşı yöntemleri bıkmadan usanmadan sorguya çekerek.Bir yöntem bulacağız ve hemen arkasından “iyi ama ya bir de bu olursa?”, “tamam oradaki açığı kapatmış görünüyoruz ama ya öyle değil de böyle saldırırlarsa”, “tamam da şimdi bizim bu açığı böyle kapattığımızı şimdi karşımızdakiler de biliyor, o zaman bu yöntem şu andan itibaren mükemmel değil, bir aşama daha katetmemiz lazım, bu aşama nedir?” diye sürekli kendimize sormamız, “kolay yaralanabilir”liğimizi, “kolay toparlanabilir” hale getirmemiz böylece şirketimizin piyasa değerini daha da artırmamız lazım...
İnsanın sürekli kendi kurduğu sistemi sorgular ve açıklar bulur hale gelmesi paranoyaya yol açabilir.Ama hiç merak etmeyin, zaten bu satırların yazarı da “acaba bütün bu korkutucu senaryolar, danışman şirketlerin ve yazılım-donanım satanların yeni bir pazarlama yöntemi mi?” diye paranoyaya kapılıp komplo teorileri üretiyor...
Bu seferlik de bu kadar
En güzel günler, en güzel geceler sizlerin olsun
-Ya dünya bir anda bizim alıştığımız şeklinden çıkıp bambaşka bir yaşam tarzına dönerse?
-Ya yaptığımız iş, bir anda her zamankinden farklı bir şekle dönerse?
-Ya hiçbir zaman yanımızdan ayrılmayacak olarak düşündüğümüz iş yapış şekillerimiz, bilgi kaynaklarımız, kendimizle ilgili bilgilerimiz, artık yapılamaz, ulaşılamaz hale gelirse?
-Ya düşünmek, aklımıza getirmek, kabul etmek istemediğimiz kadar savunmasızsak?
Ve bütün bu soruların doğal sonucu olarak:
-Böyle bir durum için hazır mıyız?Teknoloji ağırlıklı bütün sektörler, bu soruları sormak, sormakla kalmayıp çözümler bulmak için uğraştılar ve uğraşıyorlar...Çözüm ise düşünülemeyeni düşünebilmeyi (thinking the unthinkable) gerektiriyor.Kendi içinde mantık hatası içeriyor gibi görünse de “düşünülemeyeni düşünebilmek” sorunun biricik çözümü.
Çünkü doğal afetler (deprem, yangın, sel vb) koordineli çalışmaz (ve üstüste gelme olasılıkları çok düşük, fiziksel önlemler alınabilir) ama teröristler ve daha nitelikli terörist olarak adlandırabileceğimiz “bilişim-teröristleri” ise koordineli çalışabilirler...
Yıllardır bir sürü araştırma ve kitaba konu olan konvansiyonel terörizmin nihai çalışma yönteminin “çözümün bir parçası değilsen, problemin bir parçasısın”tahlilinden yola çıkarak saldırı yöntem ve arzularına aşinayız.Ancak “hacker” olarak adlandırılan bilişim-teröristlerinin ise sadece birşeyleri başarıyor olmanın verdiği zevkten, intikam almaya, aldığı hizmetten memnun olmamaktan, bu işi para için yapmaya kadar değişik çıkış amaçları var.Ve gün gelip bir deprem, yangın, sel’den çok daha büyük ve geri dönülemez zararlar verebilme potansiyelleri var.Dünya finans sektörü (diğer sektörlerle birlikte ama onlardan daha çok iliklerine kadar hissedebildikleri, hissetmek zorunda oldukları) iki konu üzerinde duruyor:
-Kolay yaralanabilirlik, hücuma karşı savunmasız olma hali olarak Türkçeleştirilebilecek “vulnerability”
-Kolay toparlanabilme, çabuk iyileşme olarak çevirebileceğimiz “resilience”
Ve bunların sonunda “değer” olarak tanımlanacak “iş yapmanın gerekliliği, şirketin piyasada tutunabilmesi, kazanç elde edebilmesi, globalizasyonla bilikte gelen rekabete karşı koyabilmesi”nin temel göstergeleri bu iki konuyu da içine almak zorunda kaldı.(Unutulmamalı ki örneğin banka ile çalışan müşteriler aslında bu kurumda gördükleri “değer”e yatırım yapmakta ve “değer”li gördükleri bu kurumla çalışma arzusu göstermektedirler.Yani başka bir bankayı seçmek yerine bizimle çalışmalarının temelinde bu “değer” olgusu vardır.Esas olan, bu değeri yarın da sunabilmek için gerekli çalışmaları yapmak, gerekli önlemleri alabilmektir)
Piyasaların entegrasyonu ve teknolojik gelişme “değer” kavramının itici güçleri oldu.İşlem maliyetlerinde inanılmaz düşüşlere yol açtı.Ve bu, global finansal sektörün ortaya çıkmasına ve “değer”in etkileyici gelişmesine yol açtı.
“Yaralanabilir”liğin farkında olmayan ve “kolay toparlanabilme” (tanımda daha da ileri gidip müşterilerine hissettirmeden normal hizmetlerine devam etmesini sağlayacak) stratejiler geliştiremeyen ve uygulamaya alamayan şirketlerin değeri de o ölçüde düşecektir.
“Kolay yaralanabilirlik” durumunun 3 kaynağı:
-Büyük ve karmaşık finansal şirketlerde ekonomik yoğunluk (özellikle 20.yüzyılı kapatırken yaşadığımız birleşme ve satınalmalar finansal hizmetlerin sayıca daha az kurum tarafından yerine getirilmesine yol açmıştır, böylelikle sadece bir kurumun dahi normal hizmetini verememesi faturanın bütün finansal sistem tarafından ödenecek olmasına yol açacaktır)
-Coğrafi kümelenme:Finansal kurumlar birkaç önemli finansal merkezlerde kümelenmişlerdir (Türkiye’de Levent, ABD’de Manhattan yarımadasının aşağı kısmı gibi)Böylece ekonomik yoğunlukla birlikle coğrafi kümelenme daha da önemli hale gelmektedir.
-Finansal sektörün üyelerinin biribiri ile olan bağlantı ve karşılıklı birbirlerine dayanma zorunluluğu.2000 yılı problemi ve “11 Eylül saldırısı bu tip “kolay yaralanabilirliği” daha iyi gözler önüne sermiştir.Bu tip yaralanabilirlik, finansal “network” kullanımının doğal bir sonucudur. Ortak bir finansal şebekeye üyelik ve birlikte kullanım, verimliliği artırabilir, risk yönetimini kolaylaştırabilir.Ama aynı zamanda sistemsel riskin hem kaynağı hem de yayılma kanalları haline gelebilir.
“Kolay yaralanabilirlik”ten “kolay toparlanma”ya giden yol2000 yılı probleminden çok iyi dersler çıkardık (aslında başlangıçta bir türlü ders almadığımızın kanıtı bu problemi Y2K olarak adlandırmaktı..Zaten bütün problemin kaynağı yıl bilgisini 4 hane tutmak yerine 2 hane tutmak değil miydi?İnsanoğlu, bilgi, tanım ve kavramları kısaltma hastalığı yüzünden kendi başına açtığı problemi gene kısaltma kullanarak adlandırıyordu.Tam insanoğluna özgün bir inatçılık!)
2000 yılı projesinin en büyük avantajı çok net bir “nihai tarih”e sahip olmasıydı.31 Aralık 1999 günü hemen hemen herkes, ne yapacağını ve sorun çıkarsa nereyi arayacağını biliyordu.11 Eylül türü terörizm veya bilişim terörizmi karşısında ise ne zaman, nereden, hangi yolla geleceğini bilemediğimiz bir saldırı ile karşı karşıyayız ve bunu bertaraf edecek tek yöntem “düşünelemeyecek olanı düşünebilmek” çünkü karşımızdaki bizden bir adım önde...
“Düşünülemeyecek olanı düşünmek”, bilmediğimiz bir şeyi anlatmaya çalışmak gibi. Peki bunu nasıl sağlayacağız?Kendimizi ve bulduğumuz karşı yöntemleri bıkmadan usanmadan sorguya çekerek.Bir yöntem bulacağız ve hemen arkasından “iyi ama ya bir de bu olursa?”, “tamam oradaki açığı kapatmış görünüyoruz ama ya öyle değil de böyle saldırırlarsa”, “tamam da şimdi bizim bu açığı böyle kapattığımızı şimdi karşımızdakiler de biliyor, o zaman bu yöntem şu andan itibaren mükemmel değil, bir aşama daha katetmemiz lazım, bu aşama nedir?” diye sürekli kendimize sormamız, “kolay yaralanabilir”liğimizi, “kolay toparlanabilir” hale getirmemiz böylece şirketimizin piyasa değerini daha da artırmamız lazım...
İnsanın sürekli kendi kurduğu sistemi sorgular ve açıklar bulur hale gelmesi paranoyaya yol açabilir.Ama hiç merak etmeyin, zaten bu satırların yazarı da “acaba bütün bu korkutucu senaryolar, danışman şirketlerin ve yazılım-donanım satanların yeni bir pazarlama yöntemi mi?” diye paranoyaya kapılıp komplo teorileri üretiyor...
Bu seferlik de bu kadar
En güzel günler, en güzel geceler sizlerin olsun
0 Comments:
Post a Comment
<< Home